Modigliani ile Johnny Depp’in ortak noktası
Johnny Depp son yıllarda alıştığımız Hollywood kalıplarının epey dışında bir yerde konumlandı.

Uzun süre sinema dünyasının merkezindeydi, ancak 2020’li yıllarda öne çıktığı alanlar sinema setleri değil, mahkeme salonları oldu.
Şimdi ise sessizce ama kararlı bir şekilde başka bir mecrada söz alıyor: Çağdaş sanat.
Üstelik sadece fırçasıyla değil, kamera arkasındaki anlatımıyla da.
2022 yazında Jeff Beck ile sahneye çıktığında, Depp’in dönüşünün ilk ipuçlarını almıştık.
Montreux Caz Festivali’ndeki konser, bir zamanlar başrol oynadığı sinema filmleri kadar konuşuldu.
Hemen ardından gelen “18” adlı albüm, Beck ile ortak çalışmasıydı.
John Lennon’ın “Isolation”ını yeniden yorumladıkları albüm, hem Depp’in kişisel izolasyon sürecine bir gönderme hem de geçmişle hesaplaşmaydı.

Ama Depp’in geri dönüşü sadece müzikal değildi.
Kısa bir süre sonra Castle Fine Art aracılığıyla yayımladığı Friends and Heroes adlı resim serisiyle bu kez konuşuldu.
Keith Richards, Elizabeth Taylor, Al Pacino gibi ona ilham veren isimleri pop art formlarda yeniden yarattı.
780 eserin tamamı saatler içinde satıldı; toplam satış 3 milyon sterlini aştı.
Galeri, Depp’in tarzını “pop art ile sokak sanatının duygusal kesişimi” olarak tanımladı.
Bu yıl Londra’daki Castle Fine Art galerisinde sınırlı sayıda basılan edisyonlarının satışa çıktığı yeni serisi ise Depp’in sanatı daha da kişiselleştirdiğini gösteriyor.
“Let the Light In” başlıklı koleksiyon, Fransa’nın güneyinde, yıllar önce ailesiyle yaşadığı dönemde yapılmış iki suluboya çalışmaya dayanıyor: Otoportresi olan ‘Add the Light’ ve kızı Lily-Rose’a adadığı ‘A Rose Is a Rose Is a Rose’.
Bu resimler, hem görsel olarak sade hem de duygusal yoğunluğu yüksek işler.
Depp’in açıklamasına göre bu eserler, “orada olmanın” ve “an’da kalmanın” ifadesi.
Kendi deyimiyle, “ilk kez bir yerin ev gibi hissettirdiği” dönemleri anlatıyor.
O dönemden bugüne kalan eserler, bir zamanlar kendisini sadece aktör olarak tanıyanlara başka bir Johnny Depp gösteriyor: Kendini ifade etmek için kamera kadar boyaları da tercih eden bir sanatçı.
Tüm bu üretim süreci devam ederken Depp, yıllar sonra yeniden yönetmen koltuğuna da oturdu.
‘Modigliani – Three Days on the Wing of Madness’, İtalyan ressam Amedeo Modigliani’nin hayatından üç günü anlatıyor.
Film, geçen yıl San Sebastián Film Festivali’nde prömiyer yaptı, bu ay ise İngiltere’de gösterime girdi.
Al Pacino’nun da yapımcı olarak desteklediği film, sadece Modigliani’nin hikâyesini değil, yaratıcı ruhun kırılganlığını da anlatıyor.
Depp, bu filmi neden yapmak istediğini şu sözlerle açıklıyor: “Modigliani, yeteneklerinin ve ruhunun esiriydi. Başka bir yolu yoktu.”
Aslında bu, Depp’in kendisiyle kurduğu bir paralellik.
Sanatı, bir kariyer planı değil bir mecburiyet olarak görüyor.
Kolay anlaşılmayan, çoğu zaman yanlış yorumlanan bir sanatçı. Anlatmak için yazıyor, çiziyor, çalıyor; bazen de sessiz kalıyor ama hep bir şey söylüyor.
Johnny Depp bugünlerde sahnelerde ya da kırmızı halılarda değil; galerilerde, atölyelerde, arşivlerde karşımıza çıkıyor.
Geri dönüşünü yüksek sesle değil, kontrollü ve içe dönük bir dille yapıyor.
Hem çağdaş sanat sahnesinde hem de yönetmenlikte attığı adımlar, bu çok katmanlı kimliğin yeni bir evresinin göstergesi.
Sende Yorum yap