Anma günleri ve kaybolan insanlık
Dünyanın en keskin, en trajik çelişkilerinden biridir:
Savaşlarla anma günlerinin yan yana düştüğü sahnelerde görülüyor.
Bir yanda barış için ölenler anılıyor; diğer yanda devletler yeni savaş bütçelerini açıklıyor. Bir yanda “soykırım kurbanları” için gözyaşı dökülüyor; diğer yanda farklı halklara yönelik ayrımcılık ve nefret politikaları devam ediyor.
Anma, geçmişin acısını bugünün ikiyüzlülüğüyle yan yana getiriyor.
★ ★ ★
19 Ağustos Dünya İnsani Yardım Günüydü…
Amacı, insani yardım çalışanlarının fedakârlığını ve insanlık için verdikleri mücadeleyi hatırlatmak.
Bundan 22 yıl önce Birleşmiş Milletler’in Bağdat’taki merkezine yapılan saldırıda hayatını kaybeden 22 çalışanın anısına…
Ve elbette onların adanmışlığına saygı duymak, kuşkusuz hepimizin ortak sorumluluğu.
Fakat ne acıdır ki aynı gün, İsrail Gazze’nin tamamına göz diktiğini açıkladı.
Birleşmiş Milletler de her zaman olduğu gibi kınamakla yetindi.
Her yıl Genel Sekreter, “insanlığa adanmış kahramanları” anıyor.
Ama aynı BM Güvenlik Konseyi, Gazze’de sivillerin açlığa mahkûm edilmesini engelleyemiyor.
İnsani yardım çalışanları anılırken, yardım çığlıklarının siyasete kurban edildiği gerçeği görmezden geliniyor.
★ ★ ★
Dünyanın hemen her yerinde adaleti, eşitliği, ifade özgürlüğünü, yaşam hakkını hatırlamak için sembolik günler yaratıyoruz.
Ama geriye kalan 364 günde o değerleri sistematik biçimde çiğniyoruz.
İnsanların yaşam hakkının gasp edildiği, topraklarının yağmalandığı, çocukların öldüğü, milyonların açlığa sürüklendiği, mültecilerin sınır tellerinde ölüme terk edildiği, zulmün pervasızlaştığı bir dünyada “İnsani Yardım Günü” trajedisi haliyle ağır bir ironi…
Bu trajedi, sembolik anmaların gerçek dünyadaki felaketler karşısında yetersizliğini gözler önüne seriyor.
Oysa insanlık dediğimiz şey; sadece acıyı hatırlamakla ya da hatırlatmakla değil, acıyı yeniden üretmemekle mümkündür.
Ders alınmayan bir hafıza, zulmün biçim değiştirerek sürmesine izin verir.
Dolayısıyla 80 yıl önce Auschwitz kapısında yazılı “Çalışmak özgür kılar” sloganı nasıl bir aldatmacaysa, bugün Gazze işgalini “güvenlik” söylemiyle örtmek de aynı aldatmacanın yeni versiyonudur.
★ ★ ★
Bu körlüğün en ağır sorumluluğunu Batı dünyası taşıyor.
Auschwitz’i anıp Gazze’yi görmezden gelen, Srebrenitsa’yı hatırlayıp Sudan’daki ölümleri unutan bir hafıza, insanlığın varlığını gerçekten sürdürebilir mi?
ABD bu seçici hafızanın en çarpıcı örneği: Her yıl 11 Eylül kurbanlarını ağırbaşlı törenler ve konuşmalarla anıyor. Ama Afganistan’da Irak’ta Sudan’da yüzbinlerce insanın ölümündeki sorumluluğunu yok sayıyor.
Oysa Afganistan ve Irak’ta tahmini 500 bin sivil hayatını kaybetti; milyonlarcası yerinden edildi.
Kendi ölülerini kutsallaştırıp başkalarının ölümünden sorumluluğu reddeden bir hafıza!İşte bu yüzden anma günleri giderek bir tür vicdan dekoruna dönüştü.
Ritüel ile gerçek arasındaki uçurum derinleştikçe, insanlık sadece kayıplarını değil, anlamını da yitiriyor.
Bugün anma günleri bana göre değerler güçlendiği için değil, aksine değerlerimizi kaybettikçe çoğalıyor….
Oysa gerçek insanlık, anmalarla değil, günlük yaşamda, siyasal kararlarda, toplumsal pratiklerde var olur.
★ ★ ★
En tehlikelisi de şu:
Eğer insanlık geçmiş felaketlerden ders çıkarmazsa, felaketler sadece başka halkların üzerinde sahnelenmekle kalmaz; er ya da geç hepimizin kapısını çalar.
Dolayısıyla savaşta ölen sivilleri anarken, bugün yaşanan savaşlara da karşı çıkmak gerekir.
Anma, ancak bugüne müdahale ettiğinde gerçek olur.
Aksi halde bu anmalar, bir gün kendi yok oluşumuzu anmaktan öteye geçemeyecek!
Ve o gün geldiğinde, insanlığın mezar taşına tek bir cümle yazılacak:
“Anıldı ama yaşatılmadı”
Sende Yorum yap