İnsan Hakları Bildirgesi
Bir yazarın hayali, insanlığın geleceği için gerçek bir rehber olabilir mi?
İngiliz yazar ve düşünür Herbert George Wells, 1866 yılında Londra’da dünyaya gelir. Yetersiz ve çalkantılı bir eğitim sürecininardından1888 yılında Londra Üniversitesi’nden fen bilgisi öğretmeni olarak mezun olur. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra edebiyat dünyasına adım atar.
Zaman Makinesi (1895), Doktor Moreau’nun Adası (1896), Görünmez Adam (1897) ve Dünyalar Savaşı (1898) gibi bilim kurgu romanlarının ardından; Modern Bir Ütopya (1905), Özgür Dünya (1914), Yeni Dünya Rehberi (1941) gibi ütopya türünde eserler kaleme alır.

İnsan hakları görüşleri
Geleceğin insanlığı için yazdığı bilim kurgu ve ütopya türü eserlerinin yanı sıra 1940 yılında yayımladığı “The Rights of Man, or What Are We Fighting For? / İnsan Hakları ya da Ne İçin Savaşıyoruz?” adlı kitapçıkta ortaya koyduğu ilerici görüş ve öneriler; 10 Aralık 1948’de kabul edilen Birleşmiş Milletler’in “Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi”, 4 Kasım 1950’de kabul edilip 3 Eylül 1953’de yürürlüğe giren “İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi” ve 9 Kasım 1998’de parlamentoca kabul edilip 2 Ekim 2000’de yürürlüğe giren “Birleşik Krallık İnsan Hakları Yasası”nın oluşmasına katkı sağlar.
İkinci Dünya Savaşı
1 Eylül 1939 tarihinde Almanya’nın Polonya’yı işgale başlamasıyla birlikte İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı kabul edilmektedir. Kısa bir süre sonra H. G. Wells, “The Times” gazetesinin editörüne bir mektup gönderir. Bu mektubunda, “Büyük Savaş” olarak adlandırdığı Birinci Dünya Savaşı sonrasında verilen sözlerin tutulmadığını, ikiyüzlü davranışların karşılıklı suçlamalara yol açtığını ve bu çıkmazın sonunda yeni bir savaşın başladığını ifade eder.
Milletler Cemiyeti eleştirisi
Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti’nin, silahlı çatışmayı dünyadan kaldırma ve insanlık için yeni bir yaşam başlatma yolundaki devrimci önerinin zayıf ve etkisiz bir ürünü olduğunu söyler. Ardından şu ifadeyi dile getirir: “Eğer bu devrim başarıyla gerçekleşecek, insan mutluluğuna ve uğraşısına yeni bir soluk getirecekse, ancak var olan durumun her yönüyle ve tüm olasılıklarıyla en eksiksiz ve en amansız biçimde tartışılmasıyla gerçekleşecektir. Bu muazzam yeniden yapılanma konusunda hiç kimsenin ve hiçbir insan topluluğunun yeterli bilgisi yok; şimdiki düşmanlarımız da dâhil olmak üzere bütün dünyaya açık, eksiksiz ve korkusuz bir fikir alışverişine giremezsek, yeni bir dünya düzeninin yaslanacağı yol gösterici bir düşünce sistemini hiçbir zaman kuramayacağız.” (s. 14-15)
Devletlerin kaçınılmaz sonu
H.G. Wells’in bu öngörüsünün, yalnızca tüm dünya için büyük bir yıkım getiren İkinci Dünya Savaşı sonrasında değil; Kore’de, Vietnam’da, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da yaşanan büyük yıkımların yanı sıra, günümüzde gerek Filistin’de gerekse Ukrayna’da devam eden savaşlar sırasında bile anlaşılamadığını görmekteyiz. İnsanlığın var oluşundan günümüze, pek çok devletin gücüdoruğaçıktıktan sonra yok oluşa doğru gittiği bilinmektedir. Bu yok oluşun bir insan ömrüne sığması elbette mümkün değildir. Ancak tarih, er ya da geç her devletin başına böyle bir sonun gelebileceğini bize öğretmiş olmalıdır.
Bir dönem gücü elinde bulunduran kişiler tarafından yönetilen devletler, bu kaçınılmaz sonu akıllarına getirmemekte ısrarcıdırlar. Nitekim bizim dilimizde bir söz vardır: “Benden sonra tufan!” Oysa yönetim sorumluluğu üstlenen insanların, geleceği şekillendirme çabası içinde olmaları gerekir.
Bunca savaş ve insan kaybı, bazı ülkelerin ekonomisine katkı sağlamasına karşın büyük bir kültür ve sermaye kaybına yol açmaktadır. Bazı kişi, kurum ve devletler savaş sayesinde zenginleşme yoluna girebilir. İnsanlık ise bu yöntemle giderek fakirleşmekte ve bu fakirleşme, her konuda tüm insanlığa yayılmaktadır.

H. G. Wells, (Çev. Celâl Üster-Ayla Ortaç), İnsan Hakları, İstanbul, 2012.
Wells’in bildirgesi ve maddeleri
Bir süre sonra “The Times” gazetesine ikinci bir mektup yazan H. G. Wells, birkaç dostuyla birlikte deneme niteliğinde güncellenmiş bir insan hakları bildirgesi hazırladığını belirtir.
“İnsan bu dünyaya kendi kusuru yüzünden gelmediği, geçmişin birikimlerinin ortak mirasçısı olduğu ve o birikimler burada onun adına ortaya koyulan talepleri fazlasıyla karşıladığı için şu sonucu çıkarabiliriz.” (s. 19)
H.G. Wells’in kaleme aldığı bildirge on madden oluşmakta; “Her insanın, ırk ya da renk ayrımı yapılmaksızın, bedensel ve zihinsel gelişiminin tüm olanaklarını kullanabilmesi ve doğumundan ölümüne kadar sağlık durumunu koruyabilmesi için yeterli beslenme, barınma, giyim, tıbbi bakım ve yardım görme hakkı vardır.” (s. 19)
Irk, dil ve din ayrımı
Bildirgenin ilk maddesinde “Irk ya da renk ayrımı yapılmaksızın” deniyor. Peki ya dil ve din ayrımı? Sanırım tüm iyi niyetine karşın, H. G. Wells’in ve onun ortaya attığı öneriler doğrultusunda kaleme alınan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği yasalarında, ırk ve renk ayrımının yanı sıra dil ve din ayrımı yapılmaya devam edilmektedir.
Yapılan araştırmalar, ilk insanın Afrika’da ortaya çıktığını ve bu coğrafyadan dünyaya yayıldığını kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. O hâlde ırk, renk, dil ve din ayrımı zamanla ortaya çıkmış ve farklılaşmıştır. Nasıl ortaya çıktıysa, ortadan kaldırılması da mümkündür. Bu da hiçbir ideoloji veya grubu kayırmadan, yalnızca doğruya erişmek amacıyla yapılacak çalışmalarla çözümlenmesi gereken bir sorundur.
Uluslararası kurumlar
Gerek Birleşmiş Milletler gerek Avrupa Birliği gerekse yeni oluşmakta olan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve benzeri birlikteliklerin; insanlığı ayırıcı ve yeniden tasnif edici birer güç olarak değil, insanlığı birleştirici ve onun geleceğini oluşturmak için çalışan güçlü kurumlar hâline gelmeleri gerekmektedir. İnsanlar ve devletler, güçlü oldukları dönemlerde geleceği şekillendirecek çalışmalar yapabilirler. Daha sonraki dönemlerde böylesi önerilerde bulunduklarında ise “Aklın neredeydi, sen güçlüyken neden böylesi bir çalışma içinde olmadın?” sorusuyla karşılaşırlar.
Günümüzün kaosu
Bugün insanlığın yaşadığı kaosun gelecekte ne gibi sonuçlar doğuracağı üzerine ne yazık ki yeterince düşünen insan sayısı çok azdır. Büyük çoğunluğun gününü yaşamaktan öte bir kaygısı bulunmamaktadır. Kısa vadeli beklentiler tüm insanlığın önünü tıkarken, biraz kafasını kaldırıp geleceğe doğru bakanlar ise aykırı düşüncelere sahip kişiler olarak suçlanmaktadır.
İklim değişikliği, yetersiz eğitim sonrası radikalleşen gruplar ve beklentileri akıllarını aşmış yöneticilerin giderek artmasıyla sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz. Anlaşılan, Birleşmiş Milletler gibi sözde bir kurumun varlığı bu sorunları aşmamız için yeterli değil.
Demokrasi çelişkisi
Dikkatimi çeken bir husus ise gerek Avrupa Birliği gerekse Birleşik Krallık İnsan Hakları Yasalarının kabullerinden iki-üç yıl sonra yürürlüğe girmeleridir. Çünkü insan hakları yasalarının kabulü, yürürlükte bulunan pek çok yasanın yenilenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, kabul edilmesine rağmen yürürlüğe girmesi için zamana ihtiyaç duyulmaktadır.
Demokrasi havariliği yapan çoğu ekonomik bakımdan gelişmiş, fakat insan hakları açısından zavallı durumda olan pek çok ülke, XX. yüzyılın ikinci yarısında; hatta Birleşik Krallık örneğinde olduğu gibi ikinci milenyumun başlarında hâlâ insan haysiyetine ve yaşamına müdahale eden yasalara sahiptir.
Gazze ve tarihin tekerrürü
Her ne kadar günümüzde çoğu ülke “İnsan Hakları Yasası”na uyum sağlamakta sıkıntı çekse de önemli olan yasanın varlığı değil, yasanın uygulama yöntemidir. En iyi yasalar bile kötü yöneticiler ve uygulayıcılar elinde olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Bütün bu yasalara ve uluslararası kabullere rağmen Gazze’de büyük bir soykırım ve yok ediş devam etmektedir. Üstelik bu kıyıma neden olanlar, çok değil yüz yıldan kısa bir süre önce aynı şeylerin kendi başlarına geldiğini hatırlamak bile istememektedir. Bugün güçlü olduklarına inanan insanlar, bir süre sonra güçsüz duruma düştüklerinde, aslında aynı şeylerin onlara yapılmasının hazırlığını yaptıklarının farkında bile değiller.
“Tarih’i tekerrür diye tarif ediyorlar, Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”-Mehmet Âkif Ersoy
H.G. Wells’in çocukluktan itibaren okumaya başladığım romanlarının yanı sıra “İnsan Hakları” kitabını okumaktan mutlu olduğumu belirtmek isterim. Hemen her konuda olduğu gibi, ucuz ve bizi fazlaca düşünmeye sevk etmeyen yazıları okumayı, hikâyeleri dinlemeyi tercih ediyoruz. Bu kez sizlere, üzerinde hassasiyetle düşünmemiz gereken önemli bir kitabı okumanızı öneriyorum. Sosyal medyanın cazip ama komplo içerikli duyurularından biraz olsun uzaklaşmamız gerekiyor…
Categories: İnsan Hakları Bildirgesi
Sende Yorum yap