Resimdeki gizli detay
Bir tabloya bakarken insan biraz da baktığını değil aradığını görür. Bir tablo o resme bakan insanın ruhuna göre anlam kazanır. Ancak klasik resim sanatı, bazen araştırmacılar için eşsiz bir kaynak olabilir.

Ayşe-Seniha Mayda Köşkü’nde faaliyet gösteren Arkas Sanat Göztepe’de, Türk Ressamları sergisinde aradığımı buldum. Böyle bir giriş tuhaf gelebilir. Ancak bir süredir peşinde olduğum kavata, sergide birden karşıma çıktı. Lucien Arkas’ın, serginin açılışında söylediği bir söz çok önemliydi: “Sanat paylaştıkça değer kazanır!” Nitekim Arkas Sanat, misyonunu sahip olduğu koleksiyonları paylaşarak ortaya koyuyor ve sanatın ancak paylaştıkça değer kazandığına dikkatleri çekiyor. İtinayla restore edilen Sadrazam Kâmil Paşa tarafından 19’uncu yüzyılda yaptırılmış köşkteki kalıcı sergi, Türk resim sanatı koleksiyonundan eserlere yer veriyor. Türkiye’nin ilk kadın ortodontisti Ayşe Mayda’nın, 104 yaşında vefatına dek yaşadığı ve onunla özdeşleşen köşk, yoğun bir yapılaşmaya uğrayan Göztepe’de ayakta kalmış olan nadir köşklerden. Bir diğeri ise yakındaki Latife Hanım’ın ailesine ait, Latife Hanım ile Atatürk’ün tanıştığı ve evlendiği Uşakîzade Köşkü. Şimdi Mayda Köşkü ve müştemilatının özenli restorasyonu sayesinde, bir zamanlar Göztepe’nin İzmir Körfezi’ne hâkim konumuyla ne kadar güzel bir semt olduğunun da hayalini kurmak mümkün olabiliyor.

Kılavuzluk ediyor
Fotoğrafın henüz keşfedilmediği dönemlerde resim sanatı biraz da belgeleme amacı taşıyor, gerçeği yansıtmaya çalışıyordu. Yemek yazarlığından önceki mesleğim olan restorasyon eğitiminde, bir bina veya eski kent dokusu hakkında araştırma yaparken her zaman eski görsel kaynaklara bakmayı öğrenmiştik. Nitekim restorasyon, meslek hayatımda pek çok projede eski haritalardan minyatürlere, resimlere uzanan bir yelpazede görsel kaynaklar bir yapının eski hâlini göstermekte hep önemli bir kılavuz olmuştur. Resimlerdeki detaylı betimlemeler pek çok araştırmanın konusu olmuştur. Örneğin erken Osmanlı Türk dönemi halıları, Batılı araştırmacılar tarafından ilk kez Hans Holbein resimlerinde tespit edilmiş, bu yüzden bu tip halılar literatürde Holbein halısı olarak geçmiştir.

Dünya erken Osmanlı dönemi Türk halılarını ilk kez Alman ressam Hans Holbein’in 1533 tarihli Elçiler tablosundan tanıdı.
İzini sürüyor
Yemek yazarı olunca doğallıkla daha çok yemek tarihi konusuna eğilmiş ve benzer şekilde görsel kaynakların en az yazılı kaynaklar kadar değerli olduğunu fark etmiştim. Üstelik bazen bir bilgi en umulmadık yerlerden çıkabiliyordu. Örneğin Sagalassos kazısında, Antoninler Çeşmesi’nin sağ üst köşesinde kimsenin fark etmediği bir kabak betimlemesinin aynısının Sagalassos eteklerindeki Ağlasun kasabasında bahçelerde hâlâ yetiştirildiğini görmüş, hatta başka bu farklı kabak türüyle başka hiçbir yerde yapılmayan bir sütlü kabak tatlısı yapıldığını tespit etmiştim. Baktığı her yerde aradığını görmenin en güzel örneklerini ise geçen yıl kaybettiğimiz yemek yazarı ve tarihçisi Gillian Riley’in kitaplarında ve konuşmalarında gördüm.

Özellikle “Food in Art” kitabı, araştırmacılar için âdeta rehber niteliğindedir. Gillian Riley, özellikle Rönesans resimlerinde betimlenen yiyeceklerin, bugün çoğu kaybolmuş meyve sebzelerin izini sürmesiyle tanınıyor. Elbette eski sofra düzeni, servis takımları, kadehler, porselenler, çatal bıçak ve kaşıklar da ilgi alanında. Kendisini defalarca Oxford Yemek Sempozyumu’nda dinleme fırsatı buldum. Her seferinde izini sürdüğü meyve ve sebzelerle birbirinden ilginç, bir o kadar da eğlenceli keşiflerini anlatıyor, özellikle natürmort analizlerinde bulduğu detaylarla bizi hayretlere sürüklüyordu. Riley’i bir kez dinledikten sonra hiçbir yemek araştırmacısının bir natürmort tablosuna farklı bakabileceğini sanmıyorum, en azından benim üstümdeki etkisi böyle.

Ayşe - Seniha Mayda Köşkü
Kavata bulundu!
Restorasyon formasyonu ve Gillian Riley etkisiyle ben artık natürmortlara sadece tablonun keyfine varmak için bakamıyorum. Bir nevi meslek hastalığı gibi o tabloda ne bulurum diye bakıyorum. İşte bu sefer de böyle oldu. Mayda Köşkü’nde bir resimde aradığımı gördüm. Ne zamandır hakkında yazıp çizdiğim yeşil ve kırmızı kavatalar tam da karşımda duruyordu. İbrahim Safi’nin “Bakırlı Natürmort” resminde, diğer patlıcan kabak gibi sebzelerin arasında bariz bir şekilde kavata olduğu belli sebzeler vardı. Eminim çoğu kişi bunları domates ve biber olarak görmüş, kavata olduğunu fark etmemiştir. Ama bazen insan nereye baksa sadece kafasındakini görür, hamileyken hep hamileleri fark edersiniz. Bu da öyle bir şey! Belki başka bir zaman ben de ayırdına varmayacaktım ama bu köşede kavata konusunu yazdıktan birkaç hafta sonra tablodaki kavataları görmem doğal bir duyguydu. Bazen de bu işler tersine olur. Şimdi müzede gördüğüm Süleyman Seyyid’in 1895 tarihli “Meyve Tabağı” resmindeki uçuk renkli âdeta şeffafmış gibi duran güzel mi güzel elmalarının peşindeyim. Acaba o elmalar ne cins, hâlâ var mı? Ya da merdivenin yanında asılı uçuk pembe karpuz nerenin karpuzuydu, hâlâ yetiştiriliyor mu?

Paylaşılan her şey başka paylaşmaları doğurur. Benim payıma düşen paylaşım da bu kez kavata oldu.
Paris Centre Pompidou İzmir’e geliyor!
Arkas Sanat’ın 2026 yılında açılacak yeni sanat merkezi İzmir Bayraklı’da yer alan Mistral binasında olacak. Modern ve çağdaş sanat eserlerinin sergileneceği bir alan olarak tasarlanan Bayraklı Sanat Merkezi ilk olarak Paris’teki Centre Pompidou eserlerini konuk edecek. Renovasyon nedeniyle beş yıl kapalı olacak olan Centre Pompidou koleksiyonu eserleri değişimli olarak İzmir’de sergilenecek.
Sende Yorum yap