Sosyal medya çağında Picasso
Tate Modern’da geçen hafta açılan Picasso sergisinin adı “Theatre Picasso”. “Picasso Tiyatrosu” diye çevrilebilir herhalde. Picasso’nun tiyatroyla olan ilişkisi üzerinden kurgulanmış, sunum itibarıyla da tiyatro prensipleriyle hazırlanmış bir sergi bu. Aslında sergi demek yerine sunum demek belki daha doğru. Birkaç yıl önce yine Tate Modern’da ziyaret ettiğim Cezanne Sergisi ‘sergi’ olarak tanımlanmayı hak ediyordu. Galeriler ve odalar boyunca Cezanne’ın en meşhur resimlerini yakından görüyor, hayatının farklı aşamalarını bir biyografi inceliğiyle gezebiliyor, kullandığı eşyaları görebiliyor, zihninin derinliklerinde dolanabiliyorduk.

“Picasso Theatre”, Picasso’nun belli bir alana, tiyatroya olan ilgisini öne çıkarıyor. Kabul edelim ki Picasso gibi artık sergilenmemiş işi, yönü, açısı kalmayan bir sanatçıdan yeni içerik (evet içerik) üretmek zor. Bu tema çerçevesinde işlenmemiş bir yönünü işlemeyi amaçlamış küratörler Wu Tsang ve Enrique Fuenteblanca.
Picasso tiyatroyla hem kişisel (ilk eşi Rus balerin Olga Khokhlova üzerinden) hem de sanatsal olarak ilgilenmiş, eşinin yer aldığı Ballets Russes için sahne tasarımları yapmıştı. Ancak sergi bunlarla pek ilgilenmiyor. Sergi, Picasso’nun üretimlerinde tiyatro unsurlarını ararken kendisini de bir “performans sanatçısı” olarak öne çıkarıyor. Girişte gördüğümüz Man Ray tarafından çekilmiş, Picasso’nun “Carmen”i canlandırdığı kısa video da, onu resim yaparken izlediğimiz Henri George-Clouzot tarafından 1956’dan çekilmiş film de aslında bunu anlatmaya çalışıyor bize. Picasso köşesine çekilip resim yapan biri olduğu kadar performansa meraklı, kendini göstermeyi işinin bir parçası olarak kabul etmiş biriydi. İlgiyi severdi. Bize bu anlatılmaya çalışılıyor.
Sanatçının eserlerindeki tiyatro unsularının izi de sürülmüş diğer yandan. Boğa güreşi, caz, dans gibi ilgi alanlara ilgisi ele alınmış. Bu kısa ama kalabalık sunumda hazırladığı kostümler, sahne tasarımları, kuklalar ve türlü nesne görülebiliyor. Sunuma karanlıktan girip bitiminde aydınlık bir bölgeye geçiyoruz. Sahne ve seyircilerin olduğu loş alan ayırımına vurgu yapılmış gibi. Kim seyirci kim oyuncu karar ziyaretçiye bırakılmış.
Benim en çok dikkatimi çeken Picasso’yu resim yaparken gösteren uzun filmdi. Bir esere nasıl başladığı, onu nasıl geliştirdiği, nasıl tamamladığı izlenebiliyor. İsterseniz sandalye de veriyorlar oturup rahat rahat izleyin diye. Eskiden sanatçılar hele hele ressamlar daha büyülü, özel ‘aura’lı falan uzak bir yerlerden ulaşılardı bize bu sergi salonlarında. Olsa olsa “self portrait”leri falan olurdu duvara asılı. Ben çocukken Picasso daha yaşlıydı, uzaktı, bilgeydi. Şimdi bakıyorum. Bayağı gençmiş bu filmde. Senin benim gibi biri. Film çekilirken heyecanlanıyor, suratı kasılıyor, iki dakika kaldı filmin bitmesine diyorlar, geriliyor, tereddütler geçiriyor, resmini alelacele bitirmeye çalışıyor. Eminin altına yorum bırakma imkânı olsa “kim bu dayı, çok kastı aşırı cringe ya” falan gibi bir şeyler yazarlardı bir sonraki videoya geçmeden. Bu benim bildiğim Picasso değil, TikTok’ya içerik üreticisi, ya da YouTuber / ressam Picasso.
Yeni nesil sergi izleyicisi, sergisine gittiği insanı kanlı canlı resim yaparken görmek istiyor herhalde. Benim açımdansa tam tersi, ben sanatçılar karanlıkta kalıp gizemlerini korumalı diye düşünüyorum. Her şeyin apaçık ortada olması beni itiyor.
Benim açımdan sergi tam da bu noktada tiyatrodan çıktı, sosyal medya alanına girdi. Sunum da sanki algoritmik bir düzenle hazırlanmış. Tiyatroya dair eserleri biri gizlice etiketlemiş, algoritmaya bunları getir sergile komutu verilmiş hepsi bir yerlere yerleştirilmiş işte.
Tate Modern’ın Picasso sunumunda kendimi 100 yıl öncesinin avangart sanatını, kendi bağlamından ziyade, bugünün sosyal medya dinamikleriyle kavramaya çalışırken buldum. En büyük ve popüler performans sahnesi TikTok olan bir çağda baktığımız her şeyi değerlendirirken ‘bu içerik iş yapar mı’ diye düşünmemiz herhalde normaldir.
Sende Yorum yap