s

‘Ben sürgündeyken…’

Sizi bilemem ama ben, Trump - Erdoğan görüşmesini, kapıdaki ilk saniyesinden, makam aracının Beyaz Saray’dan ayrılışına, hatta demir kapıdan çıkışına kadar yüreğim ağzımda izledim. (“Yüreği ağzında olmak” güzel deyim.) Evet, taa ki demir kapıdan çıkışa kadar. Zira Trump bu, bir anda arkadan koşup sinir bozucu bir şey yapabilme potansiyeline sahip.

Diplomasi kurallarını hiçe sayan, devlet başkanlarını rencide eden, sıraya dizen biri söz konusuysa, tüm olasılıklar mümkündür. Hele bir de karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi cevap vermekte geri durmayan biri varsa, kıyamet kopabilirdi.

Ama öyle olmadı. Aksine, Trump hiç görmediğimiz kadar olgun, dengeli, sakindi. Dahası, “bilmiyorum, öğreneceğim” diyecek kadar mütevazı bir tavır sergiledi.

Elbette, Türkiye’nin riske edilemeyecek, ikamesi mümkün olmayan önemini bildiği için yaptı bunu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karakterini de biliyordu. Trump’ın, karşısında ciddiye alınabilecek kişiler istediğini, çok geçmişteki televizyon yarışmasındaki jüriliğinden öğrendik.

Elbette, Türkiye’nin, son yıllarda özüne dönen dengeli, ilkeli, barışçı dış politika anlayışının da bu tutumda rolü var. Vitrine oynamayan, rol kapmaya çalışmayan, devlet adamı duruşuna sahip dış politika kurmaylarının emeklerini de unutmamak gerekli. Bakan Hakan Fidan’ın, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın duruşuyla, Trump’ın adamlarının (Vance, Rubio, Hegseth) duruşu arasındaki farka dikkat etmiş olmalısınız.

Elbette, savunma sanayiinde gerçekleşen sıçrama ve büyüme de Trump’ın tavrını etkilemiştir, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin çok doğru zamanlı “Türkiye, Rusya, Çin ittifakı” mesajının alınmış olması da.

Trump’ın sıra dışı kabul edilen ilgisine odaklanılan görüşmede, takılıp kaldığım birkaç nokta olmakla birlikte, değinmeden geçilemeyecek kısım, Trump’ın “Ben sürgündeyken…” diye başlayan cümlesiydi.

“Ben sürgündeyken bile dosttuk…”dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan için. Bilmiyorum psikologlar bu cümleyi analiz etti mi, etmeliydi. Biden’ın başkan olduğu dönemde, Trump’ın kendisini “sürgünde” olarak tanımlaması önemli ipuçları veriyor. Kişinin kendisini ait olduğu yerden (Beyaz Saray) zorla gönderilmiş hissetmesinin, sonraki tüm tavırlarını etkileyeceği kuşkusuz.

İnsanlar kendilerini zorda, hakkı yenmiş, terk edilmiş hissettikleri zamanlarda hatır soranlarını, kötü gün dostlarını duygu dünyalarında, her zaman ayrı bir yere koyarlar…

İletişim notları

Bir, CHP’nin Gazze’ye destek mitingi çok önemliydi. Parti’nin uzun zamandır sıkıştığı “kişi odaklı” siyasetten çıkıp toplumsal duyarlılıklara kulak veren, sahiplenen bir yaklaşım sergilemesi tabanını da rahatlattı.

İki, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “TRÇ ittifakı” önerisini açarken söylediği “…bazı NATO müttefiklerimiz en hayati önceliklerimizi ve taleplerimizi görmezden gelebiliyorlarsa, kamuoyunda da bu noktada ciddi bir tepki yükselmişse Türkiye’nin tarihsel vizyonuyla mütenasip biçimde her iki yöne bakma zamanı gelmiştir” ifadesindeki “kamuoyunda ciddi tepki” vurgusu, ABD’nin uluslararası algısındaki olumsuz gidişata gönderme yapmaktadır.

Üç, dil gerçeği inşa eder. Dış siyasetteki kavram kargaşalarına dikkat edilmeli. “Trump’la Erdoğan altı yıl aradan sonra buluştu” demek yanlış, arada dört yıl Biden var, “ABD ile Türkiye liderlerinin görüşmesi altı yıl aradan sonra gerçekleşti” demek gerekli. “İspanya ve İtalya Smuud filosuna destek gemisi gönderdi” denmemeli, “acil yardım gemisi” gönderdiler, ikisi iki ayrı şey. “Müslüman ülkeler” ile “Araplar” ayrımı yapılmasına dikkat edilmezse, Türklerin Arap, Müslümanlığın da Araplardan ibaret olduğu algısı doğar. Oysa Araplar, Müslümanların sadece yüzde 20’sidir.

AKLIMDA KALAN

Netanyahu’nun hoparlörü: Soykırımcı Netanyahu’nun, BM’deki konuşmasını hoparlör düzenekli araçlarla Gazze’ye dinletmesi, bir işkence unsuru olarak değerlendirilebilirse de kendisinin yorulmuşluğunu ve çaresiz kalmışlığını gösteriyor.

Haber Yorumları

Henüz Yorum Yapılmamış.

Sende Yorum yap

Son dakika haberler

En güncel ve en doğru, tarafsız haberin merkezi.