s

Likya Yolu: Zamanın içinde yürümek

Time Out dergisi tarafından dünyanın en güzel yürüyüş rotaları listesinin zirvesinde gösterilen Likya Yolu yalnızca bir yürüyüş parkuru değildir; Anadolu’nun tarih, inanç ve doğa katmanlarını bir araya getiren yaşayan bir arşivdir.

Yol, insana sadece bir yerden diğerine gitmeyi değil, kendisiyle baş başa kalmayı da öğretir. Adımların ritmiyle zamanın nabzı birleştiğinde, insanın iç sesi duyulur. Akdeniz’in güneybatısında, dağların gölgesinde, tuzla karışık rüzgârların estiği bir hatta uzanan Likya Yolu, işte bu sessiz diyaloğun en kadim mekânlarından biridir.

Bugün dünyanın en güzel uzun yürüyüş rotalarından biri olarak gösterilen bu yol, Fethiye’nin Ovacık köyünden başlayıp Antalya’nın Geyikbayırı’na kadar uzanır. Yaklaşık 540 kilometrelik bir güzergâh boyunca antik Likya uygarlığının kalıntılarını, yamaç köylerini, çam ormanlarını ve kıyı kasabalarını birbirine bağlar. Fakat Likya Yolu yalnızca bir yürüyüş parkuru değildir; Anadolu’nun tarih, inanç ve doğa katmanlarını bir araya getiren yaşayan bir arşivdir.

TAŞLARIN HAFIZASI

Bu topraklarda ‘yol’ daima bir medeniyet göstergesi olmuştur. Antik Likyalılar, denizle dağ arasında kurdukları şehirleri taş yollarla birbirine bağlamışlardı. Pataralı bir tüccarın bastığı adımla, Xanthoslu bir askerinki aynı izde buluşurdu. Bugün aynı taşlara bastığınızda, onların yankısı hâlâ duyulur. Kate Clow adlı İngiliz bir araştırmacının 1990’larda başlattığı işaretleme çalışmaları sayesinde bu kadim hat yeniden görünür hâle geldi. Rota boyunca 19 antik kent, onlarca köy ve onlarca koy yer alır. Her biri tarihi birer duraktır; Tlos’un tiyatrosu, Pınara’nın mezarları, Letoon’un sessizliği, Phaselis’in liman taşları… Her köşede bir uygarlığın soluğu vardır.

YÜRÜMEK Mİ, HATIRLAMAK MI?

Likya Yolu’nun yürüyüşü bir tür hafıza egzersizidir. Güneşin kavurduğu yamaçlarda ilerlerken, insan kendi medeniyetine de yakından bakar. Bu yol, ‘geçmişle barışmanın’ ya da ‘doğayla yeniden tanışmanın’ sınavıdır. Her işaret, her viraj, her çeşme başı bir çağrıdır. Gezginlerin kimisi “Buralarda insan kendini küçülmüş hissediyor,” der, kimisi “Her adımda tarih taşların arasından fısıldıyor,” der. Kimi yerde keçi sesleri, kimi yerde Akdeniz’in maviliğiyle birleşen dalga uğultusu eşlik eder. Ancak güzellik kadar zorluk da vardır bu rotada. Sıcağı, dik yamaçları, konaklama koşulları… Yine de Likya Yolu’nun cazibesi tam da buradan gelir; yürüyenin sabrını, direncini, dikkatini ölçer. “Yolun yarısı nefesle değil, niyetle alınır,” derler ya işte o niyet, bu hattın görünmez pusulasıdır.

TURİZMİN GÖLGESİNDE BİR MİRAS

Likya Yolu’nun dünya çapında tanınması, bölge halkına ekonomik canlılık kazandırsa da beraberinde yeni sorular getirdi. Artan ziyaretçi sayısı, doğayı ve antik mirası zorlamaya başladı. Kimi köylerde işaretler kayboldu, kimi patikalar araç yollarına karıştı. Çünkü bu muhteşem rota, sadece yürüyüşçülere değil, gelecek nesillere de ait. Eğer dikkat edilmezse, binlerce yıllık bu güzergâhın sessiz hafızası modern zamanın gürültüsünde kaybolabilir. Bu nedenle Likya Yolu, romantik bir kaçış değil; bir sorumluluk alanı olarak da görülmeli. Her yürüyüşçü, ardında bıraktığı çöp kadar, farkında olmadan taşıdığı bilinçle de iz bırakır. Taşların, yolların ve köylerin hafızasına saygı duymak yürümekten önce gelir.

BİR AKDENİZ MEDENİYETİ OLARAK YOL

Likya, M.Ö. 2 bin yıldan itibaren özgün bir kimlik taşıyan, şehir konfederasyonuyla tarihte ‘demokrasi fikrinin’ de öncülerinden sayılan bir uygarlıktı. Bu yolda yürümek, sadece coğrafyayı değil, bu düşünceyi de takip etmektir. Her adım, bir özgürlük fikrinin izine düşmektir. Bugün Likya Yolu adıyla dünyaca tanınan bu rota, aslında Anadolu’nun evrensel mesajını taşır: Doğa, tarih ve insan birlikte var olabilir. Yolun sonunda bir tabela yoktur, bir sınır çizgisi de göremezsiniz. Fakat kıymetli bir farkındalık vardır. Her adımda taşların arasından yükselen bir cümle gibi: “Burası senin geçmişin kadar geleceğin de.”

Benim için Likya Yolu, bir turizm destinasyonu değil; Anadolu’nun yürüyen arşividir. Kimi zaman gökyüzüyle deniz arasında bir ince çizgiye dönüşür; kimi zaman keçi patikasında bir anlık sessizliktir. Ve belki de en önemlisi, bize yavaşlamayı öğretir.

Çünkü burada hızın bir anlamı yoktur. Bir kayanın üstünde dinlenirken duyduğun rüzgâr, binlerce yıl öncesinin nefesidir. O nefesi hissetmek, yolun asıl ödülüdür. Likya Yolu’nda yürüyen herkes, sonunda şunu fark eder: Bu yol bitmez çünkü insanın kendi içindeki yolculuğu da bitmez.

Gelidonya Feneri

Antalya Kumluca’daki Gelidonya Feneri Türkiye kıyılarının en yüksek feneri. Doğa ve yürüyüş tutkunlarının mutlaka görmesi gereken bir nokta burası. Denizden 227 metre yüksekte bulunan Gelidonya Feneri Likya Yolu’ndaki en özel yerlerden biri. Likya Yolu yürüyüş rotası üzerinde yer alan 12 kilometrelik Adrasan ve 7 kilometrelik Karaöz Mahallesi güzergâhlarından veya deniz yoluyla ulaşılabilen fenerde Akdeniz’in büyülü manzarasının ve doğanın tadını çıkarabilirsiniz.


Haber Yorumları

Henüz Yorum Yapılmamış.

Sende Yorum yap

Son dakika haberler

En güncel ve en doğru, tarafsız haberin merkezi.