Kadınlardan öğreneceğimiz
Geçen gün sosyal medyada içimi burkan kısa bir video izledim. Genç bir kız babasından bahsediyordu. Sesinde şaşkınlık ve hüzün vardı. “Babamın aslında hiç arkadaşı yok. Mahalleden ve işten tanıdıkları var ama onlarla da ne dertleşiyor ne de buluşuyor. Tek sosyalleştiği yer ev” diyordu.
Sonra annesini anlattı: “Annemin bir sürü arkadaşı var. Sürekli dışarıda, piknikte, yemekte, onlarla birlikte. Kahkahalar atıyor, dertleşiyor, rahatlıyor.”
O anda fark ettim ki bu sahne sadece bir evde yaşanmıyor. Modern dünyada kadınlar birbirlerine yaslanmayı, eğlenmeyi öğrenirken, erkekler yavaş yavaş sosyal ve duygusal bir yalnızlığa sürükleniyorlar.
Sessiz bir yalnızlık
Etrafıma, kendi hayatıma baktığımda bu tabloyu net görüyorum. Okuldan, iş çevresinden tanıdığım birçok erkek arkadaşım var ama ilişkilerimiz çoğunlukla hâl hatır sormaktan öteye gitmiyor. Kimse kimseye içini açmıyor. Sohbetler işten, futboldan, gündemden ibaret. Her geçen yıl haberleşmelerimiz seyreliyor, buluşmalarımız azalıyor.
Bu sadece kişisel bir his değil. Geniş ölçekli araştırmalar, erkeklerin “yakın arkadaş” sayısının sert bir biçimde düşüşte olduğunu gösteriyor. Örneğin Amerika’da her altı erkekten biri “yakın arkadaşım” yok diyor. Otuz yıl önce neredeyse duyulmayan bu cevap artık olağanlaşıyor.
Kız kardeşlik yükselirken…
Kadınlarda ise tablo, en azından gözlemlediğim kadarıyla, bambaşka. Şehir hayatında kadın dayanışması artık çok görünür. Kafede, restoranda, tatilde, hatta spor salonlarında… Kadın grupları canlı bir “kız kardeşlik” ağı kurdu. Yalnız değiller. Birlikte gülüyor, birlikte öfkeleniyorlar. Birbirlerinin hayatını, eşini, çocuğunu, kaygısını biliyorlar. Bu sayede sadece sosyalleşmiyorlar, duygusal yüklerini de aktif olarak paylaşıyorlar.
Erkekler ise bir zamanlar kendilerine ait sayılan kahvehane, meyhane, spor salonları gibi mekânlarından yavaş yavaş çekiliyorlar. O boşalan mekanları daha sık kadın gruplarının kahkahaları dolduruyor.
Erkekler neden çekiliyor?
Bu çekilmenin sebebi tembellik değil. Aksine, modern hayatın dayattığı ağır bir baskı. Erkek, hâlâ ‘aile reisi’ ve ‘ekmek getiren’ olarak görülüyor. Bu rol, modern ekonominin rekabetçi ortamında daha da ağırlaşıyor.
Ancak asıl mesele, bu baskının artık paylaşılamıyor oluşu. Eskiden bu kaygı, topluluk içinde yaşanırdı. İş çıkışı kahvede, aynı dertleri taşıyan arkadaşlarla bir araya gelinirdi. Sosyalleşme, kaygının doğal ilacıydı. Günümüzün bireyci dünyasında ise herkes kendi kabuğuna çekildi. Kaygı içe döndü ve erkekleri yalnızlaştırdı.
Artık birçok erkek, kendini işine ve geçim kaygısına öyle kaptırıyor ki, sosyalleşmesini lüks hatta gereksiz görüyor. Arkadaşlarla geçirilen zamanı ev ya da iş için harcanacak kaynakların israfı gibi kodluyor. Böylece adım adım dost çevresinden çekiliyor ve tam da bu noktada yalnızlaşıyor.
Evdeki yalnızlık kadına yük oluyor
Peki, erkekler bu yalnızlığı nereye taşıyor? Cevap, çoğunlukla “eve”.
Veriler bize bunu açıkça söylüyor: Erkek duygusal ve kişisel destek almak için neredeyse tek adres olarak eşini görüyor. Örneğin Amerika’da yapılan bir çalışmada evli erkeklerin yüzde 85’i “bir sorun yaşarsam önce eşimle konuşurum” diyor. Kadınlar da eşlerine açılıyor ama önemli bir bölümü derdini önce yakın bir arkadaşı ya da aile üyesine anlatıyor.
Türkiye’deki veriler de benzer. Method Research Company’nin “Erkeklerin Dünyası” araştırmasına göre erkekler dertlerini, kadınlara kıyasla daha yüksek oranda eşleriyle paylaşıyor. Bu durumda, tüm duygusal yük eve, özellikle de kadına yığılmasına neden oluyor. Erkek yalnızlaştıkça, kadın bu yükün altında daha çok yoruluyor. Kadın yoruldukça da evin içindeki gerilim artıyor.
Sıra erkeklerde
Bizim kuşağın sessizliğine bakıyorum. Aramızdaki o derin, konuşulmamış sessizliğe... İçinde söylenmemiş sözler, ertelenmiş buluşmalar, “zamanım yok” denilen o anlar gizli.
Bizlere eve ekmek getirmenin sorumluluğu öğretildi, ama ruhumuza ekmek verecek dostluğun önemi çoğu zaman unutturuldu.
Kadınlar dayanışmanın dilini öğrendi. Şimdi sıra erkeklerde.
Categories: Kadınlardan öğreneceğimiz
Sende Yorum yap