s

AB ile ilişkide gerçekçi beklenti

Türkiye–Avrupa Birliği ilişkileri, 1963 Ankara Anlaşması’yla başlayıp 2005’te tam üyelik müzakerelerine uzanan uzun bir sürecin sonucudur. Bu süreç zaman zaman hızlansa da çoğu dönem siyasi ve yapısal nedenlerle yavaşladı. Son 10 yılda ise ilişkiler belirgin şekilde zayıfladı.

Hafta başında DEİK’in davetiyle “Türkiye-AB İş Zirvesi” için bulunduğum Brüksel’de gördüğüm tablo, entegrasyonu güçlendirme yönünde daha net ve olumlu mesajlara ihtiyaç olduğudur. Her iki taraftaki katılımcılar, Türkiye’nin AB standartlarına uyumunun tüm taraflara fayda sağlayacağı konusunda hemfikir.

Toplantıda konuşan Ticaret Bakanı Ömer Bolat, Türkiye-AB ortaklığının hiç olmadığı kadar önemli olduğunu belirterek Türkiye’nin NATO’daki konumu, savunma kapasitesi ve endüstriyel uzmanlığıyla AB’nin dayanıklılığına katkı sağlayabileceğini vurguladı.

Avrupa Komisyonu yetkilisi Gert Jan Koopman ise Türkiye’nin bölgesel istikrar açısından belirleyici bir aktör olduğunu; Suriye, Ukrayna ve Güney Kafkasya gibi kritik başlıklarda kilit rol oynadığını söyledi. Bu, AB’nin Türkiye’yi sorunlu alanlarda etkili bir aracı olarak gördüğünü gösteriyor.

Ancak ilişkilerin diğer yüzü daha zorlu. AB üyelik kriterleri demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, ekonomik rekabet ve çevre başlıklarını içeren kapsamlı yükümlülükler barındırıyor. Türkiye bu alanlarda yeterli ilerlemeyi sağlayamadı. Bu nedenle süreç tıkandığında “kendi yolumuza gideriz” tavrı en büyük hatadır.

Bugün için asıl kritik konu tam üyelik değil, 30 yıldır yürürlükte olan Gümrük Birliği’nin modernizasyonudur.

1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği iki taraf için de güçlü bir kazan-kazan modeli yarattı. Ticaret hacmi 23 milyar dolardan 220 milyar dolara yükseldi. Türk sanayisi ciddi rekabet gücü kazandı, üretim modernleşti ve küresel tedarik zincirlerine entegrasyon hızlandı.

Ancak anlaşma 30 yılda ekonomik ve teknolojik dönüşümün gerisinde kaldı; güncellenmesi artık zorunluluktur.

Bakan Bolat’ın da ifade ettiği gibi modernizasyon, daha adil ve öngörülebilir bir ticaret ortamı yaratmak için elzemdir.

Türkiye AB’nin beşinci büyük pazarıdır; AB ise Türkiye’nin en büyük ve en istikrarlı pazarı. Dış ticaretimizin yarısından fazlası AB iledir ve ilişki Çin veya Rusya ile olduğu gibi dengesiz değildir. Hatta birçok Avrupa ülkesine ihracatımız, o ülkelerden yaptığımız ithalatın üzerindedir.

Bakan Yardımcısı Mustafa Tuzcu’nun belirttiği gibi AB yalnızca ticarette değil, doğrudan yatırımlarda da ana kaynaktır; Türkiye’deki yabancı sermayeli şirketlerin çoğu Avrupalıdır. Turizmde de AB ülkeleri başı çeker.

Bu nedenlerle AB ile ilişkileri sürdürmek Türkiye’nin ekonomik çıkarınadır. Avrupa öngörülebilir, kurumsal bir yapıya sahiptir ve Türkiye’nin demokrasi ve hukuk standartlarını yükselten bir çıpa işlevi görür.

Kısacası, tam üyelik ufukta görünmese de Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyonunu sürdürmesi; ticarette, yatırımlarda ve teknolojik dönüşümde geri kalmamak için zorunludur. Üyelik olmasa dahi istikrarlı ilişkiler Türkiye’ye ekonomik güç ve küresel rekabette avantaj sağlamayı sürdürecektir.

Haber Yorumları

Henüz Yorum Yapılmamış.

Sende Yorum yap

Son dakika haberler

En güncel ve en doğru, tarafsız haberin merkezi.