Ücretli öğretmenler öcü mü melek mi?
Eğitim sistemimizin en rahatsız edici konularından biri de ücretli öğretmenler.
Bir milyon öğretmen fazlamız varken yeterince öğretmen ataması yapılmayıp, mevsimlik işçiler gibi ihtiyaç oldukça saat ücreti karşılığı alım yapılıyor.
Aynı okulda, aynı sınıfta, aynı öğrencilere ders veriyorlar ama kamuoyunun büyük bir bölümünde olduğu gibi öğretmenler odasında da dışlanıyorlar.
Oysa kimi iş bulamadığı için mecburiyetten çalışsa da pek çoğu eğitime ve öğrencilere olan sevdası nedeniyle “kölelik” yapıyor…
Onlar kendilerini “Devlet tarafından taşeron mantığı ile üç kuruşa çalıştırılan eğitim ameleleri” olarak tanımlıyor, MEB Maliye’den kadro koparamıyor, atanamayan öğretmenler ise haklarının yenildiğini söylüyor.
Doğru olan tek tip öğretmenlik ama gel de anlat…
Peki onlar ne diyor?
Gelin bir de onları dinleyelim:
“Her sabah yüz binlerce öğrenci sınıflarına giriyor. Peki o sınıfların kapısını açan, yıllardır emek veren, çoğu zaman adını bile bilmediğimiz ücretli öğretmenlerin hikâyesini kim yazıyor?
Türkiye’de eğitim sistemi, can damarını oluşturan bu emekçiler sayesinde ayakta duruyor. Ancak ne yazık ki ücretli öğretmenliğin yasal statüsü, uzun yıllardır hem hukuken gri hem de vicdanen yaralayıcı bir alan olarak bırakıldı.
Bugün gelelim o gerçeğe:
Ücretli öğretmenlik bir ‘geçici çözüm’ adıyla kalıcı bir sömürüye dönüşmüş durumda.
Kadrosuz, güvencesiz, yarım yamalak haklarla ayakta durmaya çalışan on binlerce eğitim emekçisi var.
1. Statü var mı? Var ama yok!
Ücretli öğretmenler, mevzuatta tanımlı bir personel türü olmasına rağmen, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun sağladığı hiçbir ana haktan yararlanamıyor.
Kadrolu ve sözleşmeli öğretmenlerle aynı işi yapıyorlar. Ama maaşları asgari ücretin bile altında kalabiliyor.
Yıllık izinleri yok, doğum izni yok, iş güvencesi yok, kıdem hakları yok.
2. Eğitimde “gönüllü kölelik.”
Ücretli öğretmenlerin pek çoğu ders başına ücret alıyor. Ustalık sınıflarında, mesleki okullarda, ikili öğretim yapan okullarda bazen gün boyu derse girip, ay sonunda aldığı maaşla geçimini bile sağlayamayan binlerce öğretmenle karşılaşıyoruz.
Düşünün: Aynı okulda çalışan iki öğretmen, aynı işi yapıyor. Biri kadrolu, bütün haklara sahip. Diğeri ücretli, bir sonraki ay derse çağrılıp çağrılmayacağını bile bilmiyor.
3. Kadro şart mı? Evet, çünkü eğitim güvence ister.
Ücretli öğretmenlerin kadroya alınması hem iş güvencesi sağlar, hem çalışma motivasyonunu artırır, hem de eğitimdeki sürekli öğretmen değişiminin önüne geçer.
Öğretmen yüzü görmeyen sınıfların olduğu bir ülkede, ücretli öğretmeni sistemin dış halkasında bırakmak, bizzat eğitimin geleceğini zayıflatmaktır.
4. “Kaynak yok” demek kolay ama gerçekler farklı?
Devlet bu insanlara zaten maaş ödüyor ama asgari ücretin bile altındaki bir ücretle…
Kadroya alınmaları maliyet artışı yaratır mı?
Yaratır, fakat yıllardır süren bu uygulama zaten büyük bir insan kaynağını en ucuz iş gücü gibi kullanarak ayakta duruyor. Eğitime yapılan yatırım aslında ülkeye yapılan yatırımdır; nitelikli öğretmenin maliyeti yoktur, getirisi vardır.
Devlet şunu demelidir: “Eğitimde tasarruf olmaz.”
5. Adalet için bir çağrı: Artık bu hikâye değişmeli.
Ücretli öğretmenler “yedek iş gücü” değildir. Onlar da sınıfa girip tebeşir tozunu soluyan, gözünün içine bakan çocukların kaderini şekillendiren gerçek öğretmenlerdir.
Bir öğretmenin en doğal hakkı olan: Kadro, iş güvencesi, insan onuruna yakışır bir ücret, sosyal haklar, mesleki itibar artık hiçbir şekilde ertelenememeli.
6. Ücretli öğretmenlik bir meslek değil, bir çığlıktır.
Bu çığlık duyulmadığı sürece, eğitimde aynı sorunlar tekrar edip duracak.
Ücretli öğretmenlerin kadroya alınması bir lütuf değil, bir zorunluluktur.”
Bir ara en azından bazı kriterleri yerine getirenlerin kadroya alınacakları açıklanmış ve takvim bile verilmişti ama devamı gelmedi.
Özetin özeti: MEB sorunları halının altına süpürerek çözemez. Hele hele eğitime taşeron ya da tüccar mantığı ile hiç yaklaşamaz. İtibardan olduğu gibi eğitimden de tasarruf olmaz!.
Sende Yorum yap