Neye seyirci kaldığımızı seyretmek
“Hanood, okulunun adı ne?” “Mutlu Çocukluk”. “Hangi sınıftasın?” “Kelebek sınıfı”. “En çok hangi rengi seviyorsun?” “Ben artık hiçbir şeyi sevmiyorum”.

“Hind Rajab’ın Sesi” filmini izlemeye giderken çok zorlanacağım bir 90 dakika geçireceğimi biliyordum. Ama insan yine de altı yaşındaki bir çocuğun “artık hiçbir şeyi sevmediği” bir dünya yarattığımız fikrine tam olarak alışamıyor. 2024 senesinde, herkesin her yere kolayca ulaştığı bu devirde, bir arabanın içinde ailesinden beş kişinin cesedinin arasına saklanmış yardım isteyen bir çocuğun sesini duymak, sekiz dakika mesafedeki ambulansın ona ulaştırılamadığını bilmek kolay kaldırılabilir bir şey değil. Ama bunu ona ve Gazze’deki bütün çocuklara borçluyuz.
2024’ün Ocak ayında Filistin Kızılayı sosyal medyadan İsrail askerlerinin ateş açtığı bir arabada bulunan Hind Rajab adlı bir kız çocuğuyla yaptığı görüşme kayıtlarını paylaştı. Çocuk önce yalnız olduğunu, sonra kuzeninin yanında ‘uyuduğunu’, konuşamadığını, sonunda da herkesin öldüğünü söyleyerek “Lütfen gelin beni buradan alın” diyordu. Hind Rajab’ın ve ona çok geç de olsa ulaşmayı başaran ambulans görevlilerinin cesetlerine ancak 12 gün sonra ulaşılabildi. Hind Rajab’ın sesi ise bütün dünyaya ulaştı.
Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania, ses kaydını dinler dinlemez üzerinde uğraştığı projeyi kenara bırakarak Hind Rajab’ın filmini yapmayı bir görev bilmiş. Prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yapan, 23 dakika ayakta alkışlanan “Hind Rajab’ın Sesi” bu hafta Türkiye sinemalarında gösterime girdi. Brad Pitt, Joaquin Phoenix, Alfonso Cuarón, Jonathan Glazer gibi ünlü isimlerin de yönetici yapımcıları arasında yer aldığı film, tamamen Kızılay ofisinde geçiyor. Görevlilerin telefonun ucundaki küçük kızı oyalama ve onun olduğu noktaya ambulans ulaştırma çabalarını ve bu süreçte kendi aralarında çıkan çatışmaları izliyoruz. Küçük kızın amcasından yardım çağrısını alan ve onunla ilk bağlantıyı kuran Omar, bir an önce ona ulaşmak için ne gerekiyorsa hemen yapmaktan yana iken başlarındaki Mahdi ‘koordinasyon’ kurulmadan ve kendilerine güvenli bir rota verilmeden kurtarma ekibi yollamayı reddediyor. Bunu normalde bir filmde ‘gerilimi artıran bir çatışma’ gibi izleyebilirdik. Ama ne yazık ki telefonun öbür ucunda Hind Rajab’ın gerçek sesi var ve insan onun o korkusunu hissettikçe, buna rağmen telefondaki Rana ablasının talimatlarına uslu uslu “Tamam” deyişini duydukça sadece isyan ediyorsunuz. Bunu bir film gibi izlemenin yolu yok.
Filmin bütününde karakterler oyuncular tarafından canlandırılıyor ancak gerçek ses kayıtlarıyla bu sahneler iç içe geçiyor. Milliyet Sanat dergisindeki yazısında Hasan Nadir Derin bu konuyu ele almıştı; yönetmen gerçek ses kaydı kullanma tercihinden ötürü eleştirilmiş. Seyircilerin duygularını sömürmekle.
Oysa öyle veya böyle bu konuyu daha ‘hafif’ anlatmanın yolu yok. Gereği de yok ayrıca. Hind Rajab Gazze’de katledilen ne ilk ne tek çocuk. Onun farkı geride bıraktığı o ses kaydı ve bu da insanların onun son saatlerine tanıklık etmesini sağlıyor. O çocuk orada koca dünyanın gözü önünde tek başına yardım beklediyse ve o yardım ona gelemediyse, ölümü dakika dakika naklen izlendiyse seyirci de biraz gözyaşı döküversin. O “Lütfen gelin alın beni buradan, korkuyorum. Tank yaklaşıyor. Bana ateş ediyorlar” diyen sesi duysun. Neye seyirci kaldığını düşünsün.
Categories: Neye seyirci kaldığımızı seyretmek
Sende Yorum yap