Kültür sahasında 2025
2026’ya girerken elimizde kalan en kıymetli hazine; toprağın altındaki taştan, dijital ekranlardaki fırça darbesine kadar uzanan bu kesintisiz sürekliliktir. Kültürle beslenen bir toplum, en sert fırtınalarda bile ayakta kalacak köklere sahiptir.

Kültür ve sanat, toplumsal hafızanın birer kaydı ve de geleceğe dair kurduğumuz düşlerin en sağlam zeminidir. Zîra bugünü oluşturan dündür, bugünü anlamak dünü idrak etmek ve doğru okumaktan geçer. 2025 yılına veda etmeye hazırlanırken, geride bıraktığımız 12 ayı etkinlik takvimleriyle ve bu coğrafyanın derinliklerinden gelen kadim fısıltıların modern sanatın dinamizmiyle nasıl harmanlandığı üzerinden okumak gerekiyor. Bu yıl Türkiye, Göbeklitepe’nin sessiz bilgeliğinden Kültür Yolu Festivalleri’nin Türkiye’mize yayılan kültür coşkusuna kadar geniş bir yelpazede, tam anlamıyla bir ‘kültürel restorasyon’ yılı yaşadı.
Göbeklitepe ve ötesi
Yıla damgasını vuran şüphesiz ki Taş Tepeler projesi kapsamında derinleşen kazılar ve Göbeklitepe’nin merkezinde olduğu Neolitik devrim tartışmalarıydı. 2025, turistik bir merakın ötesine geçerek, insanlık tarihinin sıfır noktasına dair yeni bulguların bilim dünyasıyla paylaşıldığı bir yıl oldu. Özellikle Şanlıurfa eksenli yapılan uluslararası sempozyumlar, bu toprakların Anadolu kimliğinin tüm dünya mirası için ne denli hayati olduğunu bir kez daha kanıtladı. Kazı alanlarından çıkarılan figüratif eserlerin, dijital restorasyon teknolojileriyle buluşturulması, genç neslin arkeolojiye olan ilgisini hiç olmadığı kadar canlı tuttu. Arkeoloji çalışmasında çalışan ekibin yaş ortalamasının gençliği ve özellikle bölgedeki üniversitelerin “Din Arkeolojisi ve Göbeklitepe” gibi eserleri yayımlaması da dünyaya bakan ilmi veçhemizin kıymetini artırırken bizleri de umutlandırdı.

Hafıza ve adalet: Yurda dönen eserler
2025 yılının en heyecan verici ve etik derinliği olan başlıklarından biri, oryantalizmin karanlık yüzünün bir sonucu olarak yurt dışına kaçırılan eserlerimizin geri getirilme süreciydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yürüttüğü titiz diplomatik ve hukuki süreçler meyvesini verdi; yıllar önce bu topraklardan koparılan paha biçilmez eserler ait oldukları müzelerin vitrinlerine geri döndü. Bu geri dönüşler aynı zamanda kültürel mülkiyet ve miras hakkı konusunda atılan çok önemli adımlardı.
Şehirleri sanatla kuşatmak: Kültür Yolu Festivalleri
Sanatı sadece büyükşehirlerin elit salonlarına hapsetmeyen, Anadolu’nun kılcal damarlarına kadar ulaştıran Kültür Yolu Festivalleri, 2025’te zirve noktalarından birisini yaşadı bence. Nevşehir’den Diyarbakır’a, Erzurum’dan İzmir’e uzanan bu rota, ‘kültüre ve sanata erişilebilirlik/erişimde fırsat eşitliği’ kavramını ete kemiğe büründürdü. Yerel zanaatların çağdaş tasarımlarla buluştuğu atölyeler, şehir meydanlarına kurulan dijital sanat enstalasyonları, sokağın nabzını sanatla tuttu.

Çağdaş sanatın yeni dili: Teknoloji ve etik
2025, Türkiye’deki çağdaş sanat piyasası ve üretimleri için de kilit bir dönemdi diyebilirim. Yapay zekânın sanatçıyla ve sanatı belki bizzat kendisiyle iş birliği yapan bir ‘yaratıcı ortak’ hâline geldiği sergiler, Galata ve Karaköy aksındaki galerilerde sıkça karşımıza çıktı. Tamamen yapay zekâya okutturulan, besteletilen ve enstrümantal fonu oluşturtulan müzikler bile çıktı karşımıza hepimiz hem şaşırdık hem de bu insan elinden olmayan ama insani keyif verebilmeye yaklaşan kültür ve sanat arzını tükettik. Ancak bu yıl sanat dünyası, sadece teknolojik imkânları değil iklim krizi ve sürdürülebilirlik gibi can yakıcı meseleleri de odağına aldı. Geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen dev heykeller ve ekolojik dengeyi sorgulayan video art projeleri, sanatın estetik kaygısının yanı sıra maşerî bir vicdan olduğunu hatırlattı. Bu sene sanatla vicdan olması gerektiği gibi iç içeydi. Bunun umut verici olduğunu söylemek safdillik olmasa gerek.
Geleceğe geçmişi tanıtmak
Zeki Velidî Togan’ın naklettiği ve asırlardır söylenegelen tarihe dair o eşsiz uyarısını hatırlayalım: “Hafızasını kaybeden bir toplum, pusulasını kaybetmiş bir gemi gibidir.” 2025 yılı boyunca tanıklık ettiğimiz tüm bu aktiviteler, aslında bu pusulayı yeniden kalibre etme çabasıydı. Gerek kültür mirasına sahip çıkan sergiler, gerekse koleksiyonerlerimizin sunduğu vizyoner perspektifler, sanatın saf bir hobi ve zevkten ibaret olmadığını, beraberinde bir varoluş kaygısını ve bu kaygıya uygun bir ahlak mücadelesi olduğunu da gösterdi.
Sende Yorum yap