İslam Düşüncesinde Paradigmadan Perspektife Geçiş
İslam düşünce tarihinde hakikate erişmede farklı yaklaşımlarla ilgili yoğun tartışmaların yaşandığı 12.yüzyılda bu gerginlikleri aşmada hakikate ulaşma yöntemlerinin çokluğuna meşruiyet veren önemli kırılmalar yaşanır. İhsan Fazlıoğlu bu kırılmaları hakikatin tekliğini yöntemin çokluğu ile desteklediği için paradigmatik sistemden perspektif/bakış açılı yeni bir sisteme evrilme olarak tanımlamaktadır (İhsan Fazlıoğlu, Derin Yapı: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Kavram Çerçevesi, Papersense Yayınları, 2015, sh.137-138). Bu kırılmalar sadece yöntemler arasındaki gerginlikleri azaltmakla kalmaz ayrıca her bir yöntemin de diğerlerinden etkilenerek kendisini zenginleştirebilmesine imkân verir.
Bu kırılmaları genellikle hem akli hem de nakli ilimlere vakıf yani her iki alanda da uzman bilginler, âlimler yapmıştır. Bunların başında Gazâli gelir. Gazâli fıkıhtan kelama, felsefeden mantığa tüm alanlara girerek yeni bir çerçeve inşasında bu yaklaşımı sıklıkla kullanır. Örneğin, nedensellikle ilgili tartışmalarda bazı eserlerinde Eş’ari okasyonalizmi ile tutarlı bir şekilde evrendeki değişim ve etkileşimi doğrudan fiziksel neden-sonuç zincirlerine değil, Tanrı’nın her an müdahalesine bağlarken Mişkâtü’l-Envâr’da okasyonalizmle bağdaşmayan ve bu yaratıcı faaliyetin nedenselliği kabul eden “ikincil nedenler” aracılığıyla dolaylı biçimde gerçekleştiğini söyleyerek Tanrı’nın eylemlerine aracılar yerleştirir. Aslında Gazâli’deki bu belirsizlik her iki yaklaşımın da toptan kabulü veya reddini değil her iki yaklaşımın da aynı hakikatle ilişkili meşru yöntemler olabileceğine yönelik zımni iması ile ilişkilidir.
Dolayısıyla, Gazâli bu iması ile Fazlıoğlu’nun işaret ettiği paradigmadan perspektife geçişin kapısını aralar: ‘…Nihayet Gazzâlî’nin eleştirileriyle, “tek hakikat tek yöntem” anlayışı yerini, “tek hakikat, çok yöntem” almış; böylece doktriner felsefî tutumdan perspektif tutuma geçilmiştir. Bilgi, doğallaşmış; tarihselleşmiş; dolayısıyla beşerîleşmiştir. Bu çerçevede özel anlamdaki felsefeyle yani metafizikle genel anlamdaki felsefe yani bilim dalları arasındaki sıkı ilişki gevşemiştir. Bu gevşeme, süreç içinde, ister adedî ister hendesî, ister hisâbî olsun matematik bilimlerin bağımsızlaşmasını tetiklemiş; özellikle 13. Yüzyılda bu tamamlanmıştır. Gazzâlî’nin eleştirileriyle hakikatin yani makulün bilinemeyeceği iddiasına meydan okuyan İşrakî ve Ekberî gelenekler yükselmiş; ayrıca matematik bilimler kendi bilgi üretme tarzlarını geliştirmişlerdir. Özellikle hisâbî matematik, aritmetik, cebir ve misâha bileşenleriyle, merkeze yerleşmeye başlamıştır. Bu da bilgiye yeni güzergâhlar açılmasını temin etmiştir. Bu süreçte Gazzâlî, kendi metafiziği ve yöntem anlayışı çerçevesinde her türlü bilme etkinliğinin mirasına karşı, dolayısıyla insanlığının hafızasına yönelik, ne olumlu ne de olumsuz anlamda toptancı bir şekilde davranmamış; süzgecin gereğini yapmıştır. Yöntemlerine uygunluk, alanların ayrışması, vb. kurallara uyan her türlü bilme etkinliğini ne tamamen kabul etmiş ne de bütünüyle reddetmiştir. Tersine süzmüştür. Bu süreç, “bilginin bilinene tabi olduğu” şeklindeki katı kuralın da gevşemesine neden olmuş; bilgiye objektifliğini veren nefsu’l-emrî bir uzay olmakla birlikte, beşerî bilgi kümesinde, gevşek de olsa, bilginin bilene tabi olduğu bir anlayışa geçilmiştir.’ (İhsan Fazlıoğlu, Kriz ile kritik arasında Gazzâlî ve Tehâfut, Gazzali: Filozofların Tutarsızlığı, KeTeBe Yayınları).
Gazâli’nin yol açtığı bu kırılmayı Frank Griffel eşit imkânlılık olarak tanımlar: ‘…Dolayısıyla, Gazâlî bu konuda eşit imkânlılık pozisyonunu benimser. Bu durumu ben, İslam medeniyetinde var olan belirsizliğe tahammül fikriyle doğrudan bağlantılı görüyorum — ki bu, Batı medeniyetinde bu ölçüde görülen bir şey değildir.’ (Büşra Yurtalan (2024), An Interview with Professor Frank Griffel on Islamic Thought. Kader 22/1, sh. 223).
Gazâli aynı yaklaşımı Müslüman toplumda yöneticinin seçiminde kullanır. Önce Halife’nin seçimini itikâdi (inanç) bir mesele yerine fıkhi bir mesele olarak değerlendirerek seçimin nasıl yapılacağı ve seçilecek olanın hangi özelliklere sahip olması ile ilgili tartışmalara meşruiyet zemini oluşturur. Bir başka deyişle kırılma siyasi alanda da önce itikâdi bir mesele olmaktan fıkhi bir meseleye dönüştürülen imamın seçiminde de farklı yöntemlere verilen meşruiyetle sağlanır (Henri Laoust, Gazzâli’nin Siyaset Anlayışı, Pınar Yayınları, 2016, sh.280,285).
Benzer bir kırılma, yani paradigmadan perspektife geçişte perspektiflere meşruiyet sağlamada Gazali gibi akli ve nakli ilimlerde derin vukufiyete sahip Seyyid Şerif Cürcâni yapar. Seyyid Şerif’in hakikate erişmenin yöntemlerine dair sınıflandırması o dönemdeki dört ana akımı yeni sisteme dâhil ederek bu farklı bakış açılarına meşruiyet kazandırmıştır: ‘…Ancak tüm bu faaliyetlerin nihai amacı Tanrı’nın bilgisine ulaşmaktır; bu özellikleri haiz bilgiyi elde etmenin ise iki yöntemi vardır: Biri nazar diğeri keşftir. Kendi içinde ikiye ayrılan nazarda, düşünür bir vahyi esas alarak nazarda bulunuyorsa kelamcı/mütekellim; bir vahyi esas almadan nazarda bulunuyorsa Meşşai/İbn Sinacıdır. Nazar gibi yine kendi içinde ikiye ayrılan keşfte de bir düşünür, bir vahyi esas alarak keşfte bulunuyorsa arif/sufi; bir vahyi dikkate almadan keşfte bulunuyor ise İşrakidir…’(İhsan Fazlıoğlu, Derin Yapı: İslam-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Kavram Çerçevesi, Papersense Yayınları, 2015, sh.139-140). Böylece, kelamcılar, meşşâi filozoflar, sufiler ve işrâki filozoflar mutlak varlığı konu edinmeleri bakımından ortak ancak kullandıkları yöntemler ve ilkeler bakımından farklı olarak değerlendirilme imkânına kavuşur (Ömer Türker, Kelam ve Felsefe Geleneklerinin Kesişim Noktasında Seyyid Şerif Cürcani, Klasik, 2015, sh.16)
Özetle, İslam dünyasında ana akımı oluşturan Ehl-i Sünnet toplumunun çerçevesini oluşturmada hayatın akışkanlığına imkân veren esnek bir yapının inşasında hakikate ulaştıran farklı yöntemlere ve perspektiflere meşruiyet sağlayan kırılmalar kritik işleve sahip olmuştur. Böylece toplumda düşünsel gerginlikler minimum seviyeye indirgenirken toplumsal barış sürdürülebilir kılınmıştır. Elbette bu kırılmaların Ehl-i Sünnet toplumunun sürekliliğine etkileri daha kapsamlı araştırmaları hak etmektedir.
Categories: İslam Düşüncesinde Paradigmadan Perspektife Geçiş
Sende Yorum yap