s

Oğuz Kağan Destanı

Binlerce yıl önceden günümüze aynı hikâye: Güç bölünür, düzen dağılır…

Dünya yüzünde var olan her kültürde olduğu gibi, Türk kültürünün de ilk ürünleri mitler, masallar ve destanlardır. Bunlar, bir kültürün edebiyat ürünlerinin ilk örneklerini oluşturmaları nedeniyle, erken dönem insanlarının yaşayış biçimlerini, duygularını, düşünce ve hayal âlemlerini günümüze taşımaktadırlar.

Bu destanların en eskilerinden biri olan “Oğuz Kağan Destanı”, ne yazık ki halkımızın büyük bir kısmı tarafından bilinmez. Her ne kadar sık sık “Oğuz Kağan” adı ortalıkta dolaşırsa da “Kim bu?” diye merak edip araştıran, yorumlayan ve gündeme taşıyan kişilere – az sayıda akademisyenler dışında – pek rastlanmaz.

Hun-Oğuz destanları grubuna dâhil olan bu destan, Türk dili, edebiyatı, folkloru, tarihi ve kültürü hakkında önemli bilgiler içermektedir. Türklerin atası olduğu kabul edilen Oğuz Kağan’ın hayatını anlatan bu destanın Uygurca yazılmış bir nüshası, Paris Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Uygur yazmasına dayanarak, Oğuz Kağan Destanı’nın MÖ 201-126 yılları arasında devlet kuran Hiung-nu’larla ilgili olduğu söylenmesine karşın, Zeki Velidi Togan destanın kökeninin daha eski dönemlere, MÖ VII. yüzyıla kadar uzandığını ileri sürer. Uygurca metnin bir transkripsiyonu, Willi Bang-Kaup ve Reşid Rahmeti Arat tarafından 1932 yılında Almanya’da yayımlanır. Bu metin, daha sonra Reşid Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesine çevrilerek 1936 yılında İstanbul’da basılır. 1936 baskısı esas alınarak, Muharrem Ergin tarafından açıklayıcı bir ön sözle hazırlanan yeni edisyon ise 1970 yılında İstanbul’da yayımlanır.

Farklı bir destan

Raşid el-Din Hamadani’nin Câmi’üt-Tevârih adlı eserinin ikinci cildinde yer alan “Tarih-i Oğuzân” ve “Türkân” başlıklı bölüm, 1972 yılında Zeki Velidi Togan tarafından yeni bir “Oğuz Kağan Destanı” olarak yayımlanır. Birincisine kıyasla daha detaylı açıklamalar içeren bu ikinci destanı konumuzun dışında tutarak, ilk destanı sizlerle paylaşmak istedim.

Oğuz Kağan’ın doğuşu

“Günlerden bir gün Ay Kağan’ın gözü parladı. Doğum ağrıları başladı ve bir erkek çocuk doğurdu. Bu çocuğun yüzü gök, ağzı ateş gibi kızıl, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara idi. Perilerden daha güzeldi.”

Anasının memesinden bir kez süt emen çocuk, bir daha süt emmez. Çiğ et yer, çorba ve şarap içer. Kısa süre içinde konuşmaya başlar ve kırk gün içinde büyür, yürür ve oynar. “Ayakları öküz ayağı gibi; beli kurt beli gibi, omuzları samur omuzu gibi; göğsü ayı göğsü gibi, vücudu baştan aşağı tüylüdür. At sürüleri güder, ata biner ve avlanır. Günlerden ve gecelerden sonra yiğit olur.”

Ormana gidiş

Bundan böyle anlatılanlarla, aralarında binlerce kilometre uzaklık bulunan Mezopotamya kaynaklı “Gılgamış Destanı”yla ilginç bir benzerlik vardır. Sümer efsanesine göre Gılgamış ile Enkidu, yaptıracakları tapınak için ormana ağaç kesmek için yola çıkarlar; ancak önce, ağaçların koruyucusu olan “Huwawa” isimli varlığı öldürmeleri gerekir. Oğuz Kağan da bölgede bulunan ormana gider. Anlatıya göre burada büyük bir gergedan vardır. Büyük ve yaman bir canavar olan bu gergedan, at sürülerini ve insanları yemekte, çevrede yaşayanlara büyük eziyet çektirmektedir. Oğuz Kağan cesur bir adamdır. Günlerden bir gün ava çıkar; kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını yanına alır. Bir geyik yakalar ve onu ağaca bağlar. Ertesi gün görür ki, gergedan onu yemiş. Bu kez bir ayı tutar ve onu kuşağıyla ağaca bağlar. Tan ağarırken gelir ve görür ki, gergedan ayıyı da almış. Bu kez ağacın dibinde kendisi durur. Gergedan gelir ve Oğuz Kağan’ın kalkanına başıyla vurur. Kargısı ile gergedanı öldürür. Tekrar geldiğinde görür ki, bir ala doğan, gergedanın bağırsaklarını yemektedir. Oku ile onu da öldürür ve başını keser.

“Sonra dedi ki: ‘Gergedan, geyiği yedi, ayıyı yedi; kargım onu öldürdü, demir olduğu için. Gergedanı ala doğan yedi, okum onu öldürdü; bakır olduğu için’ dedi, gitti.”

Gergedan et yemez, otçul bir hayvandır. Ayrıca, Oğuz Kağan’ın yaşadığı düşünülen bölgede bulunmaz. Destanda niçin adı geçmektedir? Muhtemelen bölge halkı, hiç görmese de gergedanın büyük ve vahşi bir hayvan olduğunu duymuştur. Canavar gibi kurgu bir varlık yerine, güçlü ve korkutucu bir hayvan olarak gergedan simgesini seçer. Burada önemli olan, demirin gücünün belirtilmesidir. Kargının (muhtemelen uç kısmı) demirden olmasına karşın, okun (ucunun) bakır olarak belirtilmesi ilginçtir. Erken dönemde demirin elde edilmesi çok zor olup, bazı bölgelerde demir mamul eşyalar, altın ve gümüşten daha kıymetlidir. Kargının kaybolma ihtimali, oka nazaran çok daha azdır. Bu nedenle kargının demir, kayıp olma ihtimali daha fazla olan okun ise bakır olması tercih edilmektedir.

Oğuz Kağan’ın evlenişi

Günlerden bir gün, Oğuz Kağan, Tanrıya yalvarmaktayken “Gökten bir gök ışık iner.” Güneşten ve aydan daha parlak olan bu ışığın içinde bir kız vardır. Onunla birlikte olur ve bu birliktelikten üç erkek çocuk doğar: Gün, Ay ve Yıldız.

Bir süre sonra, Oğuz Kağan ava gider. Gölün ortasında bir ağaç görür; ağacın kovuğunda bir kız vardır. Onu görünce aklı gider, yüreğine ateş düşer. Birlikte olurlar ve bu birliktelikten üç erkek çocuk doğar: Gök, Dağ ve Deniz.

Daha sonra, Oğuz Kağan büyük toy (ziyafet) verir. Kırk masa ve kırk sıra yaptırır; türlü yemekler yerler ve kımız içerler. Toyun bitiminde, Oğuz Kağan bir söylev verir:

Ben sizlere oldum kağan,

Alalım yay ile kalkan,

Nişan olsun bize buyan,

Bozkurt olsun (bize) uran,

Demir kargı olsun orman,

Av yerinde yürüsün kulan,

Daha deniz, daha müren,

Güneş bayrak, gök kurıkan.

Oğuz Kağan, dört yana emirler yolladı; fermanlar yazıp elçilerle gönderdi: “Ben Uygurların kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim. Kim benim emirlerime baş eğerse, hediyelerini kabul ederek onu dost edinirim. Kim baş eğmezse, gazaba gelirim; düşman sayarak, ona karşı asker çıkarır, baskı yaparak onu yok ederim.”

Savaş için yola çıkan Oğuz Kağan, kırk gün sonra “Buz Dağı” adında bir dağın eteğine gelir. Çadırını kurar ve sessizce uyur. Tan ağarınca, Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girer. O ışıktan, gök tüylü ve gök yeleli büyük bir erkek kurt çıkar. Oğuz Kağan’a hitap eden kurt, “Ey Oğuz, ben senin önünde yürümek istiyorum” der. Çadırını toplatıp ordunun başına geçen Oğuz Kağan görür ki, askerin önünde gök tüylü ve gök yeleli bir erkek kurt yürümektedir. Oğuz Kağan, ordusunun önünde yürüyen kurt ile pek çok savaş yapar, ülkeler fetheder. Sayısız eşya, at alır ve yurduna doğur yola koyulur.

“Yine söylemeden kalmasın ve belli olsun ki, Oğuz Kağan’ın yanında ak sakallı, kır saçlı, uzun tecrübeli bir ihtiyar vardı. O, anlayışlı ve asil bir adamdı. Oğuz Kağan’ın nazırı idi. Adı Uluğ Türk idi. Günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay, gün doğusundan ta gün batımına ulaşmıştı ve üç gümüş ok ta kuzeye doğru gidiyordu.”

Bu rüyayı anlattığı Oğuz Kağan, oğullarını yanına çağırır. “Gün, Ay ve Yıldız, Doğu tarafına sizler gidin; Gök, Dağve Deniz sizler de Batı tarafına gidin” der. Ondan sonra üçü Doğu, üçü de Batı tarafına giderler. Doğuya doğru giden Gün, Ay ve Yıldız yolda bir altın yay bulurlar; Batıya doğru giden Gök, Dağ ve Deniz ise üç gümüş ok bulurlar. Oğuz Kağan çocuklarının getirdiği altın yayı üçe böler ve “Ey büyük oğullarım, yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe atın” der. Gümüş okları da üçe üleştirir: “Ey küçük oğullarım, oklar sizlerin olsun. Yay oku attı, sizler de ok gibi olun” der.

Sonrasında, Oğuz Kağan büyük kurultayı toplar. Sağ yanına Boz Oklar, sol yanına Üç Oklar oturur. Yenir, içilir ve Oğuz Kağan yurdunu üleştirip oğullarına verir.

“Ey oğullarım, ben çok aştım; çok vuruşmalar gördüm, çok kargı ve çok ok attım; atımla çok yürüdüm; çok düşmanları ağlattım, dostlarımı güldürdüm. Ben Gök Tanrı’ya borcumu ödedim. Şimdi yurdumu size veriyorum.” der.

Bir kişinin uzun uğraşlar sonucu birleştirerek, büyük ve güçlü bir ülke hâline getirdiği mülk, sonunda büyük bir karmaşaya sürüklenir. Önce, hangi bölgenin yönetimini kimin üstleneceği sorunu ortaya çıkar. Ardından, paylaşılan bölgeler birbirleriyle savaşmaya başlar. Dirlik ve düzen bozulur; yeni bir önder ortaya çıkana dek karmaşa sürer. Görülen o ki, iki bin yıl öncesinden bu yana yönetim ve yönetimin sürekliliği konusundaki anlayışımızda pek bir gelişme olmamıştır…

■ buyan: uğur; uran: savaş narası; müren: nehir; kurıkan: çadır.

Categories: Oğuz Kağan Destanı

Haber Yorumları

Henüz Yorum Yapılmamış.

Sende Yorum yap

Son dakika haberler

En güncel ve en doğru, tarafsız haberin merkezi.