s

Kıvanç Tatlıtuğ’dan yardım çağrısı

Bugünün dünyasında başkalarının hayatına imrenme duygusu artık bireysel bir zafiyet değil, kolektif

bir suça dönüşmüş durumda.

Bir süredir yargıya intikal eden, kamu kurumlarının bilişim sistemlerine girerek sahte elektronik imzalarla işlem yapan, sahte diploma ve sahte ehliyet üreten bir grup sahtekârlar çetesi gündemimizde.

Oysa sahtecilik sadece bir yolsuzluk meselesi değildir.

Bilginin değerini itibarsızlaştıran, eğitimi çöpe atan, toplumun ortak aklını erozyona uğratan bir yıkımın da adıdır.

Çünkü bu sahtekârlıklar yalnızca yasa dışı değil, aynı zamanda toplumun değer yargılarına, emeğe ve liyakate de

doğrudan saldırıdır.

Dünyanın her yerinde bu böyledir: Eğitim kurumları düşünce üretme merkezleri olmaktan çok, yalnızca formaliteyi yerine getiren yapı taşlarına dönüştükçe, sistem içi değerler yok olur; sistem dışı yapılar kendine alan bulur.

Milliyet, sahte diploma çetesini manşetine taşırken “Yetenekli Bay Ziya” başlığını boşuna atmadı.

Patricia Highsmith’in Yetenekli Bay Ripley romanından yola çıkarak muazzam bir benzetme yaptı.

Tom Ripley de başkasına ait bir hayata imrenir; bunu planlar, sahtekârlığa, yalana, hatta cinayete başvurarak sınıf atlama hayalini gerçeğe dönüştürür.

Tüm yaşamını, ait olmadığı bir sınıfa kabul edilme mücadelesine adar.

O yüzden sahte diplomadan medet uman bu tür insanlar yalnızca birer yasa ihlalcisi değil, aynı zamanda birer sınıf trajedisidir.

Alt sınıftan gelen biri olarak, on tane sahte diploma da alsalar içlerindeki dışlanmışlık hissini, aşağılanma duygusunu, o alt kimliği yok edemezler.

Tüm kötülükleri, tatminsizlikleri ve sahtekârlıkları; başka bir kimliğe bürünseler bile kabul görmeme korkusundan beslenir.

Bugün hiçbir bilgiye, birikime, tecrübeye sahip olmadığı halde ellerindeki diplomalarla parlatılmış bir hayat sunan bazı kişiler de aslında küçük Ripley’lerin dijital sahnesidir.

Teknoloji çağının cehaletle bütünleşmiş insanları, Sokrates’in “kendini bil” çağrısını anlamakta zorlanabilir. Çünkü bu çağ, kendisi olamayanların çağı…

Bilgi artık bir meziyet olmaktan çıkıp biçimsel bir etiket haline geldiğinde, söylemin içeriği değil, sahibinin unvanı önem kazanmaya başlar.

Daha da önemlisi; sahte diplomalar, sahte kimlikler yalnızca devleti değil, vatandaşın zihinsel özgürlüğünü de tehdit eder.

Bilgiye duyulan güven sarsıldığında, herkesin her şeyden şüphe ettiği, kimsenin kimseye inanmadığı bir düzen kurulur.

Diplomalı cehalet, yalnızca bu dönemin değil, geleceğin de felaketidir.

Çünkü eğitim dediğimiz şey, toplumun kendini yeniden üretme biçimidir.

Bunu sahtekârlığa teslim ettiğimizde yalnızca bugünü değil, yarını da kaybederiz.

Bu yüzden diplomasız biri cahil olabilir; ama sahte diplomalarla cehaletini gizleyen biri çok daha tehlikelidir.

Çünkü o sadece kendini değil, çevresini de yanıltır. Otorite olur, kanaat önderi olur, yol gösteren olur.

Dolayısıyla sahte diploma, bir hile olduğu kadar, bir kimlik taklididir.

Bu insanlar sadece belge sahteciliği yapmaz; başka bir yaşamı, başka bir emeği, başka bir zihni de çalarlar.

Bilgiyle değil, görüntüyle hükmetmek isteyen sahte figürler arttıkça pervasızlaşırlar.

Öyle ki; artık bilmediğini bilmeyen bir profil yok karşımızda.

Aksine, bilmediğini bilmeyen ama bildiğini sanan; sanmakla da kalmayıp yetki kullanan profillerle karşı karşıyayız.

Sosyal medya da bu duyguyu sürekli besleyen bir sahne gibi.

Bu yüzden sadece diplomalar değil, hayatlar da sahteleşiyor.

Mutluluk taklit ediliyor, emeksiz başarı sahneleniyor, zekâ ezberleniyor; düşünce üretmek yerine başkalarının cümleleri kopyalanıyor.

O yüzden sahte etiketli hayatlar başkaları tarafından görünür olma isteğinin bir sonucu olarak da karşımıza çıkıyor.

Ve belki de asıl felaket bu…

Haber Yorumları

Henüz Yorum Yapılmamış.

Sende Yorum yap

Son dakika haberler

En güncel ve en doğru, tarafsız haberin merkezi.