Her şey yine sıfırdan
Süper Lig yine başladı. Yeni isimler, yeni formalar, yeni vaatler... Taraftarlar yine umutla sezonu bekliyor. Oysa ortada olan şey, yeni bir hikâyeden çok, eski bir tekrar. Sanki geçmiş hiç yaşanmamış, yapılan hatalar hiç kaydedilmemiş gibi davranılıyor. Hafızasız bir futbol düzeni içinde, istikrarsızlık norm haline geliyor.
Süper Lig bir kez daha açılıyor. Yeni transferler, yeni teknik direktörler, taze umutlar... Sezonun bu ilk haftası, her yıl olduğu gibi bir başlangıç töreni gibi karşılanıyor. Ancak Türk futbolunda başlangıç dediğimiz şey, çoğu zaman geçmişin üstünü örtmekten öte değil. Hafıza silinmiş, ders çıkarılmamış, makyaj tazelenmiş...
Kulüpler yine sil baştan kadrolar kuruyor. Sezona yeni teknik direktörlerle girenler çoğunlukta. Hazırlık maçlarının ardından transferlerden memnun olmayan sosyal medya taraftarları, "Önümüzdeki maçlara bakacağız" moduna geçti bile... Oysa değişmeyen bir şey var: Her şey yine sıfırdan.
Sıfırdan başlamak elbette bazen bir zorunluluk olabilir. Ama eğer bunu her yıl yapıyorsanız, o zaman sorun sizde değil midir? Devam ettiremediğiniz şeyin adını hiç koymamışsınız demektir. Projeler başlamadan bitiyor, teknik direktörler daha oyunu oturtamadan gönderiliyor, futbolcular bir sezon sonra bile “çöp” ilan ediliyorsa, konu belki de “meşhur yapı” değil bizatihi sizin kendi yapınız değil midir?
Türk futbolu yıllardır aynı hikâyeyi farklı oyuncularla oynuyor. Kulüp kültürünü, oyun kimliğini, sürdürülebilirliği konuşmak yerine her sezon başında heyecanla yeniden inşa ediyoruz kendimizi. Ama temeli olmayan bir binaya kaç kat çıkabiliriz ki? Bu kaçak katların ömrü ne kadar olur?
Geçmişe dönüp bakınca görünen şu: Kulüplerin büyük bölümü istikrar inşa etmiyor, aksine her sezon “öncekini unutma” düğmesine basıyor. Misal, geçtiğimiz sezonu ilk dörtte bitiren takımların dışında kalanlar, kadrolarının %50’sinden fazlasını değiştirdi. Bu kaotik yapı, saha içindeki organizasyonu olduğu kadar, tribündeki aidiyet duygusunu da zedeliyor. Taraftar, formasını aldığı futbolcunun sezon bitmeden başka bir kulübe gitmesine alıştı artık.
Bu düzende sadece oyuncular değil, teknik direktörler de sezonluk kullanılıyor. Geride kalan sezon boyunca toplam 36 teknik direktör görev aldı, ki bu da kulüp başına ortalama iki teknik direktöre tekabül ediyor. Süper Lig’de son üç yıl aynı takımla üst üste çalışan teknik direktör sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Takımın bir sistemi olması, hocanın fikirlerinin oturması, genç oyuncuların gelişmesi... Bunların hepsi sabırla mümkün. Ama Türkiye’de sabır, yalnızca alınan sonuca bağlı. O yüzden şu an ligde bu kriterlere uyan tek hoca, son üç sezonun şampiyonu Okan Buruk.
Görevi futbolu geliştirmek olan teknik adamlardan çok, "ilk 5’e sokacak biri" aranıyor. Futbolun bir proje değil, bir yönetici kurtarma aracı gibi kullanılması da teknik adamların kaderini belirliyor. Süper Lig'de her sezon en az 10 oyuncu transfer eden, teknik direktörünü değiştiren ve her defasında "bu sezon gerçek yeniden yapılanma yılı" diyen kulüpler varken; Avrupa'nın birçok liginde sessiz sedasız yükselen, küçük bütçelerle büyük işler başaran istikrarlı kulüpler dikkat çekiyor.
Bu takımların ortak özelliği, projelerini sıfırdan başlatmamaları. Aksine, üzerine koya koya ilerliyorlar. Teknik direktör değişimi, kadro mühendisliği ve altyapı entegrasyonu gibi konular birbiriyle bağlantılı bir stratejiyle yönetiliyor. En önemlisi de, başarısız geçen bir sezonda dahi, hemen panik butonuna basılmıyor.
Brighton: Sabırla gelen devrim
Premier League’de son yıllarda en çok övgü toplayan kulüplerden biri Brighton. Kadrosu yıldızlarla dolu değil. Ancak oynadığı oyun, uyguladığı sistem ve oyuncu gelişimi açısından birçok büyük kulübe ders veriyor. Graham Potter’la başlayan süreç, Roberto De Zerbi ve bugün Hürzeler ile devam ediyor. Hepsi kulübe futbol felsefesi kazandıran teknik adamlar. Ve kulüp, hoca değişse bile sistemini, oyuncu profilini, scout politikasını değiştirmiyor.
Transferde de dikkat çekici bir istikrar söz konusu: Genç, potansiyelli oyuncular alınıyor; sistem içinde parlatılıp yüksek bedellerle satılıyor. Caicedo 116 milyon euroya, Cucurella 65 milyon euroya Chelsea’ye giderken, Mac Allister için Liverpool’dan 42 milyon euro kazanılıyor. Ne paralar değil mi? İngiltere içindeki şehir yapısı ve nüfusu olarak baktığımızda, bizdeki Alanya’ya denk gelebilecek bir yerden bahsediyoruz. Ama futbol kulübü vizyonu olarak Alanyaspor’dan fersah fersah uzaktalar. Her sezon başında büyük değişiklikler yapmayıp, oyuncuların sistem içinde olgunlaşmasını bekliyorlar. “Sabırla büyümek” tam da bu.
Freiburg: İstikrarın sessiz ustası
Christian Streich’in tam 13 yıl Freiburg’un başında olduğunu söylesem Türkiye’deki futbolseverlerin yüzünde bir tebessüm belirir. Çünkü bizde böyle bir süreyi yalnızca yöneticiler değil, taraftarlar da fazla buluyor. Oysa Freiburg, uzun süredir Almanya’nın en az bütçeyle çalışan ama en dengeli takımlarından biri. Oyuncularını çok yüksek paralara satmasa da bir sistem içinde yetiştirip yerini doldurmayı biliyor.
Streich’in başarısı sadece saha içinde değil; kulübün tüm yapısını tanımasında, oyuncu profiliyle kurduğu bağda, altyapıyla entegrasyonda yatıyor. Yani başarı, bir kişinin aklına uymakla değil, o aklın kulübe yerleşmesine izin vermekle geliyor. Streich geçen yıl görevi kendi isteğiyle “artık tamam,” diyerek Julian Schuster’e bıraktı. Bakalım o ne kadar çalışacak?
Aynı başlangıcın sonu
Süper Lig yine başladı. Yeni isimler, yeni formalar, yeni vaatler... Taraftarlar yine umutla sezonu bekliyor. Oysa ortada olan şey, yeni bir hikâyeden çok, eski bir tekrar. Çünkü Türk futbolunun en güçlü ezberi, her yıl bir öncekini unutarak başlaması. Her şey başa sarıyor. Yeni sezon heyecanı, bir döngünün tazelenmiş hali sadece.
Kulüpler “yeni bir sayfa açıyoruz” derken aslında defteri kapatıp yırtıyor. Teknik direktörler değişiyor, kadrolar sil baştan kuruluyor, sistemler ertesi sezonun ilk mağlubiyetinde çöküyor. Sanki geçmiş hiç yaşanmamış, yapılan hatalar hiç kaydedilmemiş gibi davranılıyor. Hafızasız bir futbol düzeni içinde, istikrarsızlık norm haline geliyor.
Oysa başarı, üst üste konulan tuğlalarla inşa edilmez mi? Sürekli temel kazmakla meşgulseniz, bir gün bile çatıdan söz edemezsiniz ki. Avrupa’daki kulüplerin çoğu, sürdürülebilirliği planlıyor. Teknik direktörleriyle birlikte büyüyor, oyuncularını oyun felsefelerine göre seçiyor, sabırla inşa ettikleri yapıları zamana bırakıyorlar. Türkiye’de ise her şey tek sezonluk. Bazen tek maçlık.
Belki de artık asıl soruyu sormanın zamanı geldi:
Gerçekten başlamak mı istiyoruz, yoksa sadece başlamış gibi görünmek mi?
Başkanlığın devamı taraftarın insafında
Avrupa'daki başarı örneklerine baktığımızda ortak yönleri: sabır, planlama, sistem ve kulüp kültürü. Türkiye'de ise bunların yerine geçen başka kelimeler var: panik, günü kurtarma, popülizm. Evet, Süper Lig’deki kulüplerin neredeyse tamamı her sezon yeniden başlıyor. Ama kimse şunu sormuyor: "Neden hep yeniden başlıyoruz?" Çünkü bu sorunun cevabı, futbolun yüzeyinde değil, derininde yatıyor. Türk futbolu her sezon başında transfer heyecanına, yeni teknik direktörlere ve iddialı açıklamalara sarılıyor çünkü futbol ekosistemi buna mecbur bırakıyor.
Birçok kulüp başkanı için kulübün yapılanması, ekonomik gücünü kazanması, tesisleşme sözümona önemli ama tribünlerden gelecek istifa seslerini engellemeye yetersiz. İlk yılında kupa alamayan başkanın devamı, taraftarın insafına kalmış. Dolayısıyla da yönetimlerin yaptığı hiç bir planlama uzun vadeli olamıyor. Hızlı ve görünür sonuçlar veren, ama temelsiz adımlar tercih ediliyor.
O zaman taraftar psikolojisinden de bahsetmeden olmaz. Türkiye’de futbol, sadece spor değil; adeta duygusal bir kimlik. Bu kadar tutkulu taraftarların sabırlı olması mümkün mü? Cevap, teoride evet. Ama pratikte işler farklı işliyor. Taraftar, teknik direktörün daha yapmak istediklerini anlamadan istifa çağrısı yapabiliyor; altyapıdan çıkan oyuncuya birkaç kötü maçtan sonra “kaldıramaz bu formayı” diyor. Çünkü başarının, sabırla değil, transferle geleceğine inanıyor.
Avrupa’daki taraftarın sabırlı olması, daha bilinçli ya da "Avrupalı" olmasından değil; kulübünün ona neyi vaat ettiğini açıkça sunmasından kaynaklanıyor. Oysa bizde taraftar, neyin parçası olduğunu çoğu zaman bilmiyor. Çünkü bir futbol felsefesi yok, sistem yok. O yüzden de her yenilgi bir “yıkım”, her galibiyet bir “devrim” gibi yaşanıyor.
Türk futbol medyası da bu sistemsizliğin besleyici unsurlarından biri. Teknik-taktik analizin yerini spekülasyon almış durumda. Her sabah bir transfer haberi, her akşam bir hoca krizi. Kaos daha çok izlettirir güdüsüyle dizayn edilmiş programlar, zaten yanan futbol ekosistemine bir odun daha taşımaktan öteye gitmiyor.
Akşam pazarı!
Malum, transfer sezonu bizim topraklarda akşam pazarına kaldığı için Avrupa’da bittikten bir süre sonra kapanacak. Ama tarih ve matematik bilimine saygıyla, geçen yılın gerçekleşen bazı rakamlarını sizinle paylaşmak istiyorum:
Süper Lig kulüpleri, geçen sezonun yaz transfer döneminde toplam 159 futbolcu kadrosuna kattı ve 135 milyon euro harcadı. Bakın ara transfer dönemini buraya dahil etmiyorum. Ligi 14. bitiren Gaziantep FK, 17 transferle en fazla transfer yapan kulüp oldu. Onu 16 transferle ligi 11. sırada bitiren Konyaspor takip etti. Bu notu buraya düşüyorum, çünkü bakalım birkaç hafta sonra transfer dönemi bittiğinde bu sezonun rakamları nasıl olacak? Başarı için yine transfer bahanesinin arkasına kaç kulüp saklanacak?
Sende Yorum yap