Artık değil
Özgüven sorunu olan insanlar ürkektirler. Büzülerek otururlar. Kendilerini taşıyacak birilerine ihtiyaç duyarlar. Net konuşmazlar. Alacakları tepkiden korkarlar. Risk alamazlar. Depresiftirler.
Özgüvensizliğe dair bu belirtilerin neredeyse tamamını, son dönemde Avrupalı liderlerde görüyorduk. Trump’ın karşısına dizilişlerinin fotoğrafında somutlanmış oldu. Bir tek Trump’ın, western film şerifi gibi ayağını masaya uzatması eksikti. The Guardian’ın, “dilenci yalakalar” benzetmesi işin özetiydi.
Dünya kamuoyunun zihnindeki “özgüvenli Batı” algısını alaşağı eden, sadece bu fotoğraf değildi. Daha çarpıcı olan, bekleme salonunda, mülakat sınavına girecek öğrencilerin stresine benzer bir ruh halini gözler önüne seren fotoğraftı. (Nedense) kasvetli bir atmosferde, yüzlerdeki endişeyle sehpa etrafına toplanmış, yenik bir görüntünün zihinlerdeki etkisi daha güçlüydü.
Trump’ın kapısında, sandalyelere dizilmiş bekleyen liderlerin diğer görseli ise, yapay zekâ tarafından üretilmiş olsa bile, algıyı temsil etmesi nedeniyle, gerçek olması kadar önemliydi.
Özgüven yoksunluğu, “fiziksel ve zihinsel olarak yetersiz, önemsiz ve güçsüz hissetme” halidir. Bu durum, tüm ilişki ve iletişim biçimlerinde kendini gösterir. Başta Ortadoğu olmak üzere, Asya ve Afrika’da “bölme” politikalarıyla egemenliğini sürdürme iddiası taşıyan “Batı”, artık kendi içindeki bölünmüşlüklerle baş edemiyor. “Batı”nın özgüven çöküşü, bir dizi “yok”lar listesinin sonucu. “Batı”nın ABD’si, “silahı benden alın, kendi savaşınızı kendiniz kazanın” anlayışıyla “MAGA”yı hedeflerken, “Batı”nın Avrupa’sının düşünsel ve fiziksel sıkışmışlığına tanık oluyoruz. Güvenlik olarak ABD’ye, doğal gazda Rusya’ya mahkumiyeti, Avrupa algısının sahip olduğu kaynakların fiziksel olmadığını gösterirken gücünün tarihsel, “evrensel düşünce”ye dayandığını somutluyor. Ve fakat, kaotik dünyada Avrupa, bu ideallerinden yoksun kalınca geriye, acıklı bir fotoğraf kalıyor.
Hukuk, demokrasi, insan hakları idealinin tarihin tozlu raflarına kaldırıldığına tanık oluyoruz. Evrensel ilkelerin ardına düşecek güçlü liderlerden yoksunlar. Teknolojide belirleyici olmaktan uzaklar. Üniversiteler “money talks” çukuruna düştükleri için “bilimsel ve ilkesel özgüven yoksunluğu” kaçınılmazlaşıyor.
Özgüvensizlik, çıkarın olduğu tarafı cazip kıldığından, Ukrayna’nın başına gelenler (insan ölümleri, toprak kaybı vs.) Avrupa’nın umurunda değil. Liderlerin Zelenski’ye bakışları, onu kurtarmak için değil, kendilerinin onun durumuna düşme ihtimalindeki korkuyu yansıtıyor. “Sonraki kurban” sendromu.
Avrupa’nın, evrensel iddiasından uzaklaşması, tarihsel saygıyı da yitirmesini getirdi. Ukrayna’yı değil, kendi geleceklerini düşünen, Gazze’deki katliamları görmezden gelen, insan hareketliliğinden duvarları yükselterek, vize kriterlerini artırarak korunacağını sanan bir Avrupa’nın, oyun kurucu “özne”likten, oyunun “nesne”liğine geçişini izliyoruz.
“Nesneleşen” ülkeler, sorunları doğru analiz edemezler. Örneğin Londra sokaklarını yaşanmaz hale getiren Türkler değilken, İngiltere’nin, Türkiye’ye gerçeklikten kopuk vize uygulaması gibi. Geçmişi unutmuş, geleceğin farkında olmayan bir demans hastası sanki. Artık “hasta adam” kendisi.
Avrupa bir coğrafya değil, bir fikirdi. “Batı”, “çözümün olduğu yer”di.
Artık değil.
İletişim notları
Bir, etkisiz ve yetkisiz Birleşmiş Milletler’in, Gazze’de yaşanan açlık ölümlerini “kıtlık” ilan etmesi acıklı. Zira kıtlık, doğanın sonucudur, Gazze’de olanlar ise kıtlığın bir silah olarak kullanılması durumudur.
İki, Trump’ın bir söylediğinin bir söylediğini tutmayışının tek açıklaması var: Dış etkiye çok açık olması. En son kimden etkilenmişse onun dediğini yapıyor.
Üç, fark ettiniz mi, Galatasaray konuşurken futbolcular konuşuluyor, teknik adamı ve kulüp başkanı konuşulmuyor, Fenerbahçe konuşulurken başkan ve teknik adam konuşuluyor, futbolcular konuşulmuyor.
AKLIMDA KALAN
Trafik, özünde bir iletişim meselesidir: Her iş, aslında özünde bir iletişim meselesidir. İçişleri Bakanlığı çok yerinde bir kararla, hız sınırlamalarından levhalara kadar yeni bir düzenlemeye gidiyor. Bu süreçte, yol kenarı levhalarının yolun sağına konulmasından vazgeçilip, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yolun soluna konulması görünürlüklerini artıracaktır. Bakan Yerlikaya’nın bu konuyu dikkate alarak önemli bir dönüşümün mimarı olacağını düşünüyorum.
Sende Yorum yap