Deneyim artık merkezde
Artık mesele yalnızca iyi yemek değil; mekânın ruhu, tasarımı, müziği, hatta insanın orada kurduğu bağlarla bütünleşen bir deneyimden bahsediyoruz. Fine dining tabakların ötesinde, bağ kurmak, hafızada kalacak anlar yaratmak öne çıkıyor

Sezonun en yoğun ve bereketli günlerini geride bırakan Bodrum’da gastronomi sahnesi hâlâ canlı. Haziran ve temmuz ayları birçok işletmeci için beklentilerin altında geçse de ağustos ritmi yükseltti. Şimdi biraz daha seçici, deneyime odaklanan kesimle yeni dönem başladı. Gastronomi için turnusol kâğıdı gibi. Yazın yoğun temposunda gözden kaçan ayrıntılar bu dönemde öne çıkıyor. Mekânlar gerçek kimliklerini gösteriyor, müdavimler daha net hissediliyor. Eylül ortasında başlayıp, ekim sonuna kadar devam eden sarı yaz, Bodrum mutfağını ve deneyimini en berrak hâliyle ortaya koyuyor.
Türkiye’nin gastronomi yolculuğu son yıllarda büyük hız kazandı. Artık mesele yalnızca iyi yemek değil; mekânın ruhu, tasarımı, müziği hatta insanın orada kurduğu bağlarla bütünleşen bir deneyimden bahsediyoruz. Fine dining tabakların ötesinde, bir deneyim öneriyor. Fakat bu yolculuğun beraberinde getirdiği tartışmalar da var: Gastronomi gerçekten bir kültürel zenginleşmeye mi işaret ediyor yoksa yalnızca küresel trendlerin peşine takılmayı mı?
İstanbul’dan sonra Bodrum’da
Geçtiğimiz günlerde, Yalıkavak Marina’da kapılarını açan Parlé’ye yolumu düşürdüm. Düşürdüm diyorum çünkü İstanbul Zorlu’daki şehirli, kozmopolit ruhuyla tanıdığımız Parlé listemde ön sıralardaydı ve Bodrum versiyonunu merak ediyordum. Üstelik Doğuş Yeme-İçme Turizm ve Perakende Grup Başkan Yardımcısı Umut Özkanca ile yaptığımız sohbet, bu vizyonu daha yakından anlamamı sağlamıştı.
İstanbul Zorlu’daki Parlé, şehirli bir mekân olarak öne çıkıyor. Bodrum açılımı ise aynı seçkinliği daha rahat bir Akdeniz ruhuyla harmanlıyor. Özkanca’nın altını çizdiği nokta da yerellik. Ona göre Türk gastronomisinin geleceğini belirleyecek en önemli fark, üreticiyle kurulan bağ ve mevsimselliğe sadık kalmak. Aynen söylediği gibi, “Artık lüks yalnızca tabakta değil; doğayla, yerellikle ve sürdürülebilirlikle kurulan ilişkide.” Parlé’nin menüsünde bu yaklaşım kendini belli ediyor. Osetra black caviar ile trüflü pankek ya da ızgara ıstakoz küresel rafineliği temsil ediyor olabilir ama körpe enginar, safranlı risottoyla buluşan dana yanak ya da Ege otlarıyla hazırlanan tabaklar, bu hikâyeyi coğrafyamıza köklendiriyor. Yani mesele yalnızca lüks değil, üreticinin emeği ve yerel malzeme bu deneyimin merkezinde.

Peki, gastronominin geleceği nerede? Özkanca’ya göre anahtar “deneyimin merkezde olması” İnsanlar artık restorana sadece yemek yemek için gitmiyor; iyi hissetmek, bağ kurmak, hafızada kalacak anlar yaratmak için gidiyor. Tasarım, müzik, servis dili ve mekânın enerjisi de bu yolculuğun ayrılmaz bir parçası. Teknolojiden yapay zekâ destekli kişiselleştirilmiş menülere, sürdürülebilir mutfak çözümlerinden çevik üretim süreçlerine uzanan yenilikler de sürecin bir parçası. Ancak asıl mesele, tüm bu unsurların insana dokunan bir bütünlük yaratabilmesi.
Bugün Parlé’nin İstanbul’dan Bodrum’a açılımı, yalnızca bir mekân hikâyesi değil. Aynı zamanda Türkiye’nin dünyaya kendi gastronomi vizyonunu sunma iddiasının küçük ama güçlü bir örneği. Çünkü mesele, dünyadan trend taşımaktan öte, artık dünyaya ilham vermek. Belki de Türkiye’nin gastronomi hikâyesi tam da bu açıda şekilleniyor: Kültürel köklerden beslenen, yerel üreticiyle bağ kuran, küresel vizyonla harmanlanan ve insana dokunan deneyimler yaratmakta. Parlé Bodrum bu hikâyenin konuşulan duraklarından biri. Benim gözlemim şu: Bu yolculuk tabaktan çok daha fazlası. Bir şehri, bir mevsimi, bir ruhu hatırlatıyor. Parlé Bodrum, belki bu hikâyenin en güncel sahnesi. Ama asıl mesele, Türk gastronomisinin gelecekte nasıl hatırlanacağı. Eğer bu yolculuk yerelden beslenir, insana dokunur ve kendi sesimizi dünyaya duyurursa masada yalnızca yemek değil; kültür, hafıza ve vizyon da olacak.

Takip eden değil ilham veren mutfak
Sonuçta mesele yalnızca küresel trendleri yakalamak değil; onları kendi coğrafyamızın hikâyesiyle, üreticimizin emeğiyle ve kültürel hafızamızla yoğurmak. Ancak o zaman gastronomi yüzeyde parlayan bir vitrin olmaktan çıkar, gerçek bir zenginleşmeye dönüşür. Türkiye’nin önündeki fırsat da tam burada: Dünyayı takip eden değil, dünyaya ilham veren bir mutfak dili kurmak. Sarı yazın berraklığında Bodrum bize bunu hatırlatıyor;Bu sesi geleceğe ne kadar güçlü taşıyabileceğimizönemli. Gastronomi yalnızca sofrada değil; kültürde, hafızada ve dünyaya bıraktığımız izde anlam kazanıyor. Türkiye’nin mutfağı takip eden değil, ilham veren olduğu gün, işte o zaman gerçek zenginleşme başlayacak.
Sende Yorum yap