Boğazköy mesajı...

Vicdanlı bir ülkenin çocuklarıyız biz, Gazze’deki soykırım konusunda hepimiz aynı duyguları yaşıyoruz.
Gözümüz, kulağımız Gazze’deki soykırımın sona ermesi ve Sumud Filosu’nda olsa da ulusal güvenliğimizi unutmuyoruz.
Boğazköy’ü bilir misiniz?
Lefkoşa-Girne yolunda, Beşparmaklar’ı geçmeye başlamadan önce yolun sağındadır.
Orada 330 şehidimizin kabirlerinin bulunduğu bir şehitliğimiz var.
20 Temmuz 1974-16 Ağustos 1974 tarihleri arasında şehit olan 18 subay,15 astsubay, 264 erbaş ve er, 4 meçhul asker, 28 mücahit ve 1 meçhul kişi yatıyor.
Her sene 20 Temmuz Kıbrıs Barış Harekâtı çerçevesinde bu şehitlikte anma töreni yapılır.

Dün takvimler 2 Ekim 2025’i gösteriyordu ve Boğazköy Şehitliği daha önce hiçbir 2 Ekim’de olmadığı kadar hareketliydi.
Milli Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri ve Bakanlık Sözcüsü Tuğamiral Zeki Aktürk haftalık bilgilendirme toplantısını Boğazköy’de yaptı.
Rum Kesimi, toplantının Lefkoşa ya da Girne’de ya da 20 Temmuz çıkarmasının başladığı Barış Plajı’nda değil Boğazköy Şehitliği’nde yapılmasını iyi okumalı.
Toplantı Barış Plajı’nda yapılmadı zaten Türk Askeri Kıbrıs’ta.
Toplantı Lefkoşa ya da Girne’de de yapılmadı zira Türkiye’nin Kıbrıs kararlılığının en somut göstergesi şehitlerinin yattığı kabristandır.
Sembolik kısmı anlattığımıza göre geçelim mesajların içeriğine: Toplantının en somut cümlesini aynen alıyorum:
“Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, Ada’daki dengeyi bozan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin güvenliğine yönelik tehdit oluşturan faaliyetlerine karşı gerekli tüm tedbirleri almayı sürdüreceğimizi...”
Rum Kesimi, ABD ve İsrail’den alabildiği kadar silah alan, kiliselerdeki papazlarına silah eğitimi verdiren bir kafayla gidiyor.
Aynı anda Güney Kıbrıs, örtülü İsrail işgali altında, Tel Aviv’in Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynama alanı haline dönüyor.
Eskiden Atina, Güney Kıbrıs’ta daha etkiliydi ama bu partisiz ve tabansız Rum Kesimi Cumhurbaşkanı yer yer Atina’yı da zıplatıyor.
Her neyse işin o kısmı Türkiye’nin problemi değil ama Rum Kesimi’nin bu silahlanması direkt bizi alakadar ediyor.
Aktürk Amiralin, gerekli tüm tedbirler sözü öylesine kurulmuş bir cümle değil, Türkiye, Doğu Akdeniz’de Ankarasız bir paylaşım yapma hevesinde olanların uzun zamandır farkında ve bu işin sıklet merkezinin Kıbrıs olduğunu bilip, hazırlıklarını ona göre yapıyor.
Detayını yazmam hata olur ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinde en yeni ve en iyi olan ne varsa Kuzey Kıbrıs’ta da var.
Rum Yönetimi, bir tarafta AB Dönem Başkanlığı’nı Türkiye’ye karşı siyasi koz olarak nasıl kullanabileceğine bakıyor ki birinci hedefleri Brüksel ile Ankara arasındaki savunma iş birliği iştahını ortadan kaldırmak.
Anlamadıkları şey şu, Fransa ve Almanya istedikten sonra Rum Yönetimi’nin sıkleti öyle bir iş birliğini engellemeye yetmez.
Bu arada Brüksel’e de şunu sormak lazım, “İyi komşuluk ilişkileri” sadece aday ülkelere biçilen bir görev mi yoksa üyeleri de bağlıyor mu?
Türk tarafına karşı durmadan silahlanan, din adamlarına bile atış talimi yaptıran Güney Kıbrıs’a karşı kuracak bir cümleniz yok mu?
1974’te Garantör İngiltere kaçtığı için uluslararası anlaşmalardan doğan haklarını tek başına kullanan Türkiye’nin, Doğu Akdeniz denkleminden çıkarılacağı bir senaryoyu kabul edeceğini düşünmek mümkün mü?
Doğu Akdeniz’e en uzun kıyı şeridi olan Türkiye, buradaki zenginliği tüm ülkeler olarak paylaşalım diyor, buna karşın İsrail direktörlüğündeki ülkeler “Hayır, siz olmayacaksınız biz paylaşacağız” diyor.
Boğazköy Mesajı sadece Güney Kıbrıs’a değil aynı zamanda Washington, Tel Aviv ve Brüksel’e de verilmiş bir mesajdır.

Başladığımız yere dönmek…
İstanbul’da beklenen Marmara Depremi paniği başladı yine, nasıl başlamasın, 5,2 büyüklüğündeki depremin yeri can sıkıcı.
Kaliforniya’daki bin 200 kilometrelik San Andreas fayı bizim Marmara fayına benzer, onlar da deprem bekliyorlar.
ABD’de çıkarılmış bir kentsel dönüşüm yasası da yok, “Yarısı bizden” gibi kentsel dönüşüme destek veren uygulamalar da...
Bu kadar destek var ama halen olması gerekenin çok gerisinde olduğumuz için korkuyoruz depremden.
Bir hafta korkuyor sonra eski alışkanlıklarımıza dönüyor, madem kentsel dönüşüm var, dairem büyüsün bari iştahımızı açıyoruz.
En kötüsü gerçekte tapu kaydından daha yüksek ve kaçak katları olan binlerce binamızın varlığı.
Şimdi evsiz kalmaktansa depremde ölmeyi tercih edenlerimiz var.
Bakın, Tokyo, dünya tarihinin en büyük depremine hazırlanıyor yıllardır, dönüşümleri yüzde 90’a yaklaştı.
Orada devlet kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, yık diyor yıkılıyor. Kira yardımı falan olmadan insanlar başka yerlere taşınıyor.
Artık başladığımız yere dönmeyi bırakıp İstanbul’u depreme gerekirse zorla hazırlamalıyız.
Suçlu mu tutuklu mu?
Fatih Altaylı bugün hâkim karşısına çıkacak ve yargılaması başlayacak.
Daha ilk duruşmadan önce bir sürü insan kişisel mahkemesini kurdu, Altaylı’yı kimi suçlu kimi suçsuz ilan etti.
Üstelik hükme varanlar, iddianamedeki suçlamaya değil siyasi pozisyonlarına göre karar verdiler.
Yargılama mahkemenin işi, biz ancak tutukluluk meselesini konuşabiliriz.
Fatih Altaylı hakkında bugüne kadar binlerce dava açıldı, bunların çok büyük bir kısmı basın davalarıydı.
Ancak ağır ceza mahkemelerinde yargılandığı ve çok daha uzun cezalar istenen başka davaları da oldu Altaylı’nın.
Nereden biliyorsun diyeceksiniz, Altaylı ile 14 yıl çalıştım, “Sorumlu Müdür” sıfatıyla çok sayıda davada birlikte yargılandım.
Hiç yurt dışına kaçmayı düşündüğüne şahit olmadım ama davası olduğu için yurt dışı programını erken bitirip Türkiye’ye döndüğünü gördüm.
Üstelik ağır ceza mahkemelerinde değil asliye ceza mahkemelerinden birinde görülen bir davaydı sözünü ettiğim.
Altaylı’nın kendisine yöneltilen suçlamayla ilgili delilleri değiştirme ihtimali yok, geçmiş yargılamalarına bakarak yurt dışına kaçma ihtimali olmadığı da ortada.
Böyle bir ortamda yargılaması bitinceye kadar tutuklu kalmasının Türkiye’ye sağladığı tek bir fayda bile yok.
Sende Yorum yap