Başka bir devrin Mirası
Bir Nuri Bilge Ceylan filmi oyuncusunun onun kamera arkası görüntüleri üzerine açıktan açığa, lafı dolandırmadan konuşmasına çok memnun oldum, önce bunu söylemek isterim: NBC’nin filmlerinin ardından yayına verdiği görüntülerde tanık olduğumuz yönetmen – oyuncu ilişkileri özel sohbetlerde hep konu olur çünkü. Sosyal medyada da konuşulur. Özellikle dünya yeteneklisi ve o görüntülerden de anlaşıldığı üzere nezaketlisi Bennu Yıldırımlar ile “Ahlat Ağacı” setinde yaptığı konuşma ve Yıldırımlar’ın onu büyük bir sabırla, gözleriyle konuşarak dinleyişi, filmden katbekat fazla izlendi ve konuşuldu. Oyuncu sık sık bu konuyla ilgili sorulara maruz kaldı, “Sette her şey söylenebilir ama bu özel anların yayınlanması etik mi?” sorusunu sordu ve buna cevap vermek de oto sansür mekanizmasından nasibini – çok şükür ki – almamış Nejat İşler’e düştü sonunda.

Mirgün Cabas’ın YouTube’daki programına katılan İşler, bir süre önce “ayık çıkmalıydım” diye kendini eleştirdiği yayında yaptığı Nuri Bilge – Zeki Demirkubuz karşılaştırmasına açıklık getirdi: “Nuri Bilge’ye kızgınım” dedi; “Kamera arkasında bana değil ama çok sevdiğim bir oyuncuya inanılmaz şeyler söylüyor ve bunu servis ediyor. Set bizim ibadethanemiz. Özelimiz orası. Bir oyuncuya rolle ilgili değil hayatla ilgili bir şeyler söylüyorsan orada ve onu da servis ediyorsan yönetmen misin, papaz mısın psikolog musun? Oyunculuk yapmayı çok sevdiğini biliyorum da, bizim işimiz o ya. Oradan biraz kızgınım, ayıp geliyor bana açıkçası”.
Gerçekten çok şükür, bazı şeyleri hesapsız kitapsız dile getirenlerin olması insana iyi geliyor. Bu yazının asıl konusu ise aynı hesapsız kalemden çıkan bir kitap: “Miras”. Nejat İşler’in üçüncü kitabı bu. İlki Can Yayınları’ndan çıkan “Gerçek Hesap Bu” idi, bütün o canı sıkılanın bir aforizma üretip altına Nejat İşler imzası attığı hesaplara karşılık olarak. Ardından “Ben Hep Senin Yanındayım” gelmişti aynı çatı altındaki Mundi’den. “Miras” da aynı yayınevinden çıkan ince bir roman.
Yıl 2000, anlatıcı karakterinin adı Nejat ve pek çok açıdan yazarının özelliklerini taşıyor, 20’li yaşlarının sonlarında, Beyoğlu’nun ‘Kemancı’nın arşesinden çıkanlar’ takımının mensubu. Bir gün eve bir tebligat geliyor, bir miras kalmış babaannesinden (bu kısım da gerçek), bilmem kaç yüz kişiye pay edilmiş bir arsa. Bundan bir şey çıkmaz ya, sözde akrabaların izinde bir yolculuk çıkıyor. Bir de çok keyifli yol romanı.
Nejat, can dostu, kanser hastalığında yolun sonuna gelmiş Barış abisi ve onun hiç anlaşamadığı kızı Güler imece usulüyle oluşturulan koşullarla yola düşüyorlar. Çünkü Barış Abi Ankara ve İstanbul dışında hiçbir yeri görmemiş ve gezmeden ölmek istemiyor. Asos’tan başlayacak, Ege yollarını geze geze ‘menzile’ varacaklar. Bir menzil varsa tabii.
“Miras”, okurken insanın gözünün önünde oluşan sahneleriyle film gibi akan, renkli, eğlenceli ve incelikli bir roman. Film olması çok mümkün, kendisi de “Çeke çeke yazdım” diyor zaten; “Oynanırsa Barış abiyi ben oynarım”. “70’lerde güzel zamanlar geçirmiş, dünyanın da ülkenin de siyasi olarak da çalkalanmasının içinde bir yerde durmuş, paraya pula pek hürmet etmeyen, hayata dair bir duruşu olan” abilerinin bir toplamı bu karakter. “Artık göremeyeceğimiz insanlar” dediği insanlardan. Bu da zaten artık göremeyeceğimiz bir zamanın romanı, başka bir devrin mirası.
Sende Yorum yap