Önce Gölcük, sonra İzmir depreminden sağ çıktı! 10 dakika geç kalsak enkaz altındaydık

Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - İstanbul’da doğan Meriç Özten Açar, avukatlık ve arabuluculuk yapmasının yanı sıra artık bambaşka bir hayatın içinde. Eşi ve 3.5 yaşındaki oğluyla birlikte Urla’nın bir köyünde yaşayan Meriç, şehirden kırsala uzanan kendi yolculuğunu sosyal medyada anlatıyor. Son dönemde özellikle kırsala göç ve uyum süreci üzerine içerikler üreten Meriç, hem kendi dönüşümünden çıkardığı dersleri paylaşıyor hem de benzer bir adım atmak isteyenlere rehber olabilecek olumlu-olumsuz deneyimlerini aktarmaya çalışıyor.
"Depremin olduğu sene beni büyüten babaannemi kanserden kaybetmiştik"diyen Meriç,"Annem ve babam yoğun çalışıyordu. O yüzden 99 yazında bir süreliğine Şile'de amcamlarda kalıyordum. Depremde de oradaydım. O gece depremi hissetmedim, beni kucaklayıp dışarı kaçmışlar ama ben uyanmamışım. Sonrasını ise çocuk aklımla garip şekilde hep güzel hatırladım. Dışarıda yatmak, kalabalığın içinde olmak, geceleri yıldızları seyretmek. Eğer doğrudan yıkımın olduğu bir bölgede değilseniz çocuk zihni yaşananların tam olarak farkına varamıyor sanırım. Ancak yetişkinlerin psikolojisi çocuklara mutlaka yansıyor. O süreçte bazı yakınlarımızdan haber alınamadığını konuşurlardı, Gölcük'teki yıkımı anlatırlardı ama beni görünce susarlardı. Çocuk olarak bir yandan farklı bir deneyim, çoğu şey oyun gibi geliyor ama bir yandan açıklayamadığınız bir huzursuzluk. İkisi aynı anda var oluyor fakat 99 depremi denince gözümün önüne gelen gece yattığım yerden gördüğüm manzara, Ağaçlar ve yıldızlar"ifadelerini kullandı.

‘ÇOK MERKEZİ BİR YERDEN SADECE BİRKAÇ MARKETİN OLDUĞU BİR YERE TAŞINDIK’
99 depremi sonrası neden İstanbu'a yakın bir bölgeye taşındıklarını anlatan Meriç, “Tamamen mecburiyettendi. Annem ve babam mali müşavirler ve işleri İstanbul'daydı. Taşınsalar bile İstanbul'a gidip gelmeleri gerekiyordu. O dönem amcamlar tayin sebebiyle Şile'deydi, biz de onlara yakın olalım diye Şile'ye göçtük. Zor olsa da İstanbul'daki işlerine gidip gelme imkanları da olacaktı. Tabi o zaman Şile- İstanbul yolu çok kötü ve tehlikeliydi. Köy yollarından gidiyordunuz. Yol 3–4 saat sürüyordu. Ama ailem şartları zorladılar. Evimiz ve ofisimiz hasar görmüştü, depremden psikolojik olarak çok etkilenmişlerdi, bilhassa annem. Evimizi ve ofisimizi yok pahasına sattık. O dönem sattığımız evin parasının üzerine para koyarak ancak orta halli bir araba alabilmiştik, öyle düşünün” bilgisini paylaşarak şunları söyledi:

'10 DAKİKA DAHA GEÇ ÇIKSAYDIK YIKIMIN İÇİNDE KALACAKTIK'
Ergenlik döneminde ise işlerin değiştiğini dile getiren Meriç, "Çünkü ihtiyaçlarım değişti. Şehirde yaşayan yaşıtlarınızın imkanlarını bilerek bunlardan mahrum yaşamak ergenlik döneminde kötü hissettirmeye başladı. Ne sosyal alanlar, ne alışveriş, ne de genç bir insanın kendini ifade edebileceği ortamlar vardı. O dönemin imkanları tabi bugüne göre çok daha sınırlıydı. Şimdi olsa internet alışverişi ile tüm ihtiyaçlarımı giderebilirdim. O zaman böyle bir imkan da yoktu. O yüzden o dönemde kırsalda yaşamak beni birçok anlamda geri bıraktı diyebilirim. Şu an şartlar çok farklı tabi"bilgisini paylaştı.
Meriç ve eşi İstanbul'daki işlerinden istifa edip, İzmir’de yeni bir şehirde kendilerine sıfırdan bir düzen kurdular. Ancak bu sefer de İzmir depremine yakalandılar. O günü "İnanılmaz tesadüflerle dolu bir gündü"diye anlatan Meriç, "İzmir’de yıkımın en büyük olduğu yerde; Manavkuyu'da yaşıyordum. Halam yeni emekli olup İstanbul'dan Urla'ya taşınmıştı, o gün birkaç ev eşyası bakmak için bir mağazaya gidecektik. İzmir'e beni almaya geldi, arabasını sokağımıza park etti, evime sadece bir kahve içimlik girdi ve kahvemizi içip direkt çıktık ve birlikte mağazaya geçtik. Mağazaya vardığımız anda deprem başladı. Evden 10 dakika geç çıkmış olsaydık tüm o yıkımın içinde kalacaktık. 10 dakika önce halamın arabasını park ettiği yerdeki binalar yıkıldı, halamın arabası da o enkazın altında kalacaktı” diyerek şunları söyledi:

'DEPREM GÜNÜ EŞİM TESADÜFEN İSTİFA ETTİ'
"En önemli şeyin sağlıklı, sevdiklerimizle bir arada ve güvende olmak olduğunu tekrar ve çok net bir şekilde hatırladık"diyen Meriç,"Aslında bu gerçek defalarca hatırlattı kendini bize daha önce de. Ailemizde önemli sağlık sorunları, erken kayıplar yaşadık. Zaten her şeyi bu anlamda sorguladığımız bir dönemdi. Bazı şeyleri ertelememek, bir kere geldiğimiz hayatta mantıklı sınırlar içinde kalıyorsa biraz daha cesaretle hareket edebilmek istiyorduk. Bu da önemli bir motivasyon oldu bizim için"ifadelerine yer verdi.
Kırsala yönelme fikirlerinin her zaman hayalleri olduğuna değinen Meriç,"Hırslarımızı, maddi kaygılarımızı, sistemin bize dayattığı yarışı geride bırakmak istesek de 'doğru zaman değil' diye erteliyorduk. Daha yolun çok başındaydık, işlerimiz daha yeni oturuyordu, İzmir'de pek çevremiz yoktu. Urla'da zaten kimseyi tanımıyorduk. Hayallerimize çok uzak bir noktadaydık aslına bakarsanız. Deprem her şeyi hızlandırdı. Eşimin depremin olduğu gün tesadüfen istifa etmiş olması da süreci bambaşka bir noktaya taşıdı. İzmir'de birçok bölge deprem açısından riskli. Oturduğumuz bina hasar görmese de o yıkımın içinde yaşamak istemedik. Merkezde kalırsak yine yüksek katlı binalarda yaşayacaktık. Ev araya araya Urla'ya kadar geldik. Bizi iten şey deprem korkusuydu ama bizi çeken şey de hep kurduğumuz sade yaşam hayaliydi. Tabi bunun için tamamen serbest çalışmamız gerekiyordu, bu da bize yepyeni bir hayatın kapısını açmış oldu” diye konuştu.

'TÜM BİRİKİMLERİMİZLE DÜĞÜN ALTINLARIMIZI KOYUP EV SAHİBİ OLDUK'
"Hem çocukluğumda ailemle kurduğumuz yeni hayatta, hem yetişkin olarak eşimle kurduğumuz yeni hayatın temeline buna zorunda kalmamız var"diyen Meriç,"Mevcut hayatlarımıza devam da edebilirdik ama hem yaşadıklarımız hem de mesleklerimiz bu tür bir köklü değişikliği yapmaya daha çok imkan tanıyordu. Biraz süreç de kendi seyrini buldu aslında. Biz sadece gitmek istediğimize emindik. Geri kalan her şey büyük bir belirsizlikti. Bu belirsizlikleri bir fırsata çevirdik, bunu şimdi daha net görebiliyorum"bilgisini paylaştı.
Ev arama süreçlerinde hiç akıllarında yokken Urla'da ev aldıklarını dile getiren Meriç, "Kiralık ev bulamıyorduk ve tamamen şans eseri karşımıza satılık bir ev çıktı. Doğru dürüst paramız da yoktu. Tüm birikimimizi, düğün altınlarımızı koyduk ve bu vesileyle bir ev sahibi olduk. Fakat evimiz eski ve bakımsızdı. Toparlamak için çok uğraştık. Duvar örmüşlüğümüz bile var o süreçte. Çok yorucu bir süreçti” diyerek şunları söyledi:
'SEYAHATLERDE BİLE KONAKLAMAMIZI DÜŞÜK KATLI YERLEDEN YANA KULLANIYORUZ'
"Şehirde yaşarken birçok şeyi 'normal' sanıyoruz"diyen Meriç,"Benim hayatım şehirle kırsal arasında gidip geldiği için bunu daha net görebiliyorum. Kırsala taşındıktan sonra fark ediyorsunuz ki şehirde aslında sürekli bir gürültünün, koşturmanın ve tetikte olma halinin içinde yaşıyoruz. Burada en çok şaşırdığım şey, insan zihninin her şeye çok çabuk adapte olabilmesi. Hani evinizin yakınında bir inşaat başladığında ilk zamanlar o ses sizi çok rahatsız eder, ama bir zaman sonra hiçbir şey duymamaya başlarsınız ya. Şehirde yaşamak biraz böyle bence. Alıştığınız için gün içinde mücadele ettiğiniz stresin çoğu zaman farkında olmuyorsunuz. Bir de şunu fark ediyorum. Şehirde zaman yetmiyor hiçbir zaman. Her şeye geç kalıyorsunuz sanki. Kırsalda zaman aynı hızda akıyor ama ben daha çok yetişiyorum hayata, kendime, evime, oğluma"ifadelerine yer verdi.
Depremle ilgili kaygıların bugün hâlâ yaşamını etkilediğine dikkat çeken Meriç, "İzmir'de yaşayan akrabalarımız ve birçok arkadaşımız var. İstanbul'da da aynı şekilde. Her depremde onlar için kaygılanıyoruz. Bunun yanında, yüksek katlı apartmanlar bizi ürküten yapılar haline geldiği için artık mecbur kalmadıkça bu tarz evlerde kalamıyoruz. Depreme nerede ve nasıl yakalanacağımızı tabii ki öngöremeyiz, hayatımızı bu kadar değiştirmişken gidip depremi şehrin göbeğinde yaşama fikri bizi tedirgin ediyor. Bu nedenle seyahatlerde bile konaklama tercihlerimizi düşük katlı ve daha güvenli yapıların olduğu yerlerden yana kullanıyoruz”dedi.

'ŞEHİRDE FELAKET İHTİMALİNE KARŞI DİKEN ÜSTÜNDE GİBİYDİM'
"Herkesin hayat şartları, karakteri, mesleği/para kazanma biçimi ve motivasyonları elbette farklı"diyen Meriç,"Ama eğer yaşadıkları korku artık hayat kalitelerini etkiliyorsa, maddi ve manevi olarak minimum düzeyde de olsa imkanları varsa, bir yaşam tarzı değişikliği düşünmelerini kesinlikle tavsiye ederim. Daha küçük şehirlere, daha küçük evlere, daha alçak katlara taşınmak, geceleri yastığa daha huzurlu bir şekilde başınızı koymak, deprem olsa bile oturduğunuz yerden kalkmadan bitmesini bekleyebilmek. Bu duyguyu yaşadığınızda, korkunun hayatın merkezinden nasıl uzaklaştığını çok net görüyorsunuz. Benim önerim, imkanı olan herkesin bu seçenekleri değerlendirmesi yönünde olur"bilgisini paylaştı.
"Şehirde yaşarken hep bir felaket ihtimaline karşı diken üstünde gibiydim"diyerek duygularını aktaran Meriç, "Gelecek, benim için daha çok risk demekti. Kırsalda ise gelecek fikri daha sakin, daha umutlu ve daha güvenli hissettiriyor. Her şey gibi kaygılarımın da ölçeği küçülüyor. Olasılıklara karşı tamamen güvende değilim elbette ama artık hayatımın bir kısmı kontrol edebildiğim, emek verdikçe karşılığını alabildiğim bir düzende akıyor. Bu da bana, geleceği daha güçlü bir yaşam motivasyonuyla karşılayabileceğimi öğretti. Bir de tabi bazı şeylerin rastlantı olmadığını, akışa güvenmenin bazen en iyi seçenek olduğunu öğrendim” ifadelerine yer vererek sözlerini şöyle sonlandırdı:
Sende Yorum yap