İnatçı sol, egemen sağ
Bu yazıda siyasal anlamda sağ ve soldan, partilerden, kutuplaşmadan söz etmeyeceğim. Meselemiz çok daha basit görünen ama epey derin bir ayrım.
Hangi elimizi kullanıyoruz?
Ben sağlakım. Hayatım hep sağ elimle kuruldu. Kalemi sağ elimle tuttum, kapıları sağ elimle açtım, sağ elimle yemek hazırlayıp, bilgisayarın faresini sağ elimle kullandım. Bunun biyolojisini, psikolojisini hiç düşünmedim.
Taa ki geçtiğimiz hafta Fransız Le Monde gazetesinin bilim ekinde solaklığın biyolojik kökenleri üzerine bir yazıyı okuyana kadar. Meğer benim için sıradan olan bu hareketler, dünya nüfusunun küçük bir kısmı için her gün tekrar eden bir mücadeleymiş.
Bilim insanları ilginç bir noktaya daha dikkat çekmiş. İnsanlık tarihinde hangi topluma bakarsanız bakın, solakların oranı neredeyse değişmiyormuş. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’u solakmış. Yüzyıllar geçse, coğrafyalar, milletler değişse de bu pay yerinde duruyormuş. Sanki doğa, insan türünün içine bozulmayan küçük bir çeşitlilik kotası yerleştirmiş.
Biyoloji ve toplum ters düşüyor
Bebek daha anne karnındayken bir ele yönelmeye başlıyor. Hangi elini kullanacağı orada belli oluyor. Bu kısmı biyoloji yazıyor. Ama doğduktan sonra sahneye toplumun dikte ettiği kurallar çıkıyor. Masadaki kaşığın yönüne, defterin sayfasına, kalemin nasıl tutulacağına karar verilmiş... Hepsi aynı görünmez mesajı fısıldıyor. “Düzen sağ el üzerine kuruldu.”
Antropolojik çalışmalar, dünyanın pek çok yerinde sağ elin hakikat, güzellik ve “temiz” işler; solun ise çoğu zaman “pis” ve uğursuz sayılan alanlarla ilişkilendirildiğini gösteriyor. Bizim sofralarımızdaki “sağ elinle ye” uyarısı da bu uzun geleneğin parçası.
Avrupa dillerinde “sinister”in hem “sol” hem “uğursuz”, “dexter”in “sağ/beceri”, Fransızcadaki “droite”nin “sağ/doğru/hak” anlamına gelmesi de tesadüf değil. Çoğunluğun kullandığı el olan sağa, sadece eşyaları değil, bütün iyi hasletleri de yığmışız.
Uzakdoğu’da solak öğrencilerin yıllarca kalem ve yemek çubuklarını sağ elle kullanmaya zorlandığını biliyoruz. Bugün baskı azalmış gibi ama izleri hâlâ orada. Çocuğun sol eline kalem alınca gerilen yüzler, “şimdiden alışıversin” diyerek kalemi sağ ele taşıma çabaları.
Oysa solaklık bir tercih değil. Motor gelişimin doğal bir sonucu. Doğal olarak solak doğan bir çocuğu zorla sağ ele geçirmek, yazı hızını, koordinasyonunu, özgüvenini olumsuz etkileyebiliyor. Bu yüzden pek çok eğitimci artık açıkça “el değiştirtmeyin” diyor.
Buradan bakınca solaklık, küçük bir motor farkı olmaktan çıkıyor. Çoğunluğun kendi bedenini bile nasıl hiyerarşik düzenlediğini gösteren bir göstergeye dönüşüyor.
Sağ el “doğru ve güzel”, sol el “eksik ve sorunlu” ilan edildiğinde, çoğunluk sadece eşyaları değil, erdemleri de kendi tarafına yazmış oluyor. Farklı olan ise bu görünmez hiyerarşiyi her gün hissediyor.
Sağ ellere göre tasarlanmış makaslar, spirali yanlış tarafa denk gelen defterler, iş yerinde sağ ele göre üretilmiş aletler hayatı her gün zorlaştırıyor.
Peki ya bu dezavantaj, bir anda avantaja dönüşebilir mi?
Yine de solaklar bazı alanlarda dezavantajlı değil, tam tersine avantajlı. Özellikle sporda. Futbolda Maradona’nın, Hagi’nin, Messi’nin ya da Sergen’in sol ayağı aklımıza gelsin. O beklenmedik açı, alışılmadık vuruş, kaleciyi de, savunmayı da bir anlığına tereddüt ettiriyor. Rakip, alışık olmadığı bir ritmi çözmeye çalışırken geç kalıyor. “Az rastlanan” bu kez fazla güçlü hâle geliyor.
Çoğunluk ne kadar “doğru olan benim tarafım” dese de, kenara ittiği farklılıklar doğru bağlamda yaratıcılık ve güç üretebiliyor. Belki doğa, bu yüzde 10’u asırlardır hiç değiştirmeyerek bize tam da bunu hatırlatıyor. Çeşitlilik bir süs değil, dayanıklılığın ve esnekliğin ta kendisidir.
Ben sağlak biri olarak bunu yeni yeni fark ediyorum. Mesele sadece hangi eli kullandığımız değil, hangi farklılıkları görmezden geldiğimiz. Solaklık basit bir biyolojik ayrıntı gibi görünebilir ama bize normun nasıl işlediğini, çoğunluğun iyi hasletleri kendine yazarken azınlığı nasıl gölgeye ittiğini gösteriyor.
Belki de toplum olarak en çok ihtiyacımız olan şey tam burada. Normu sorgulamak, azınlığın hikayesini ciddiye almak ve binlerce yıldır değişmeyen o “inatçı sol” yüzde 10’un ne anlattığını gerçekten dinlemek.
Sende Yorum yap