Oligarşik kapitalizm, faşizmin çiçek açmamış hali
ROMA – Bir bilimsel çalışma için kısa süreliğine geldiğimiz Roma’da, lisansüstü çalışmalarım sırasında, danışmanım, öğretmenim ve dostum olan Prof. Dr. Taha Parla’nın vefat haberini aldım. Taha Hoca, benden çok yaşlı değildi, ama tanıdıktan sonra kendisine başka şekilde hitap edemeyeceğiniz, kendisinden başka bir şekilde söz edemeyeceğiniz ve kendisini başka şekilde hatırlayamadığınız bir “hoca” idi. Zorlamadan öğretir, okumayı sevdirirve bilim insanlığının topluma bakan yönünün yazmaktan geçtiği inancıyla bütün öğrencilerinin, yazma aşığı olmaları için gerekli şartları hazırlardı.
Belki de bu yüzden, bütün bilimsel araştırma çabasına ve öğretim üyesi olarak üzerine aldığı sorumluluklara ek olarak İletişim Yayınları’nın da kurucuları, yazarları ve çevirmenleri arasında yer aldı.
Bilim alemi kitaplarıyla, makaleleriyle Taha Parla’nın Türkiye siyasal sistemi analizlerini epey tartıştı; daha da tartışacaktır. Onu, “Şuna karşıydı, bunun aleyhtarıydı” diye değerlendiren hep oldu; olmaya da devam edecek. Çok üretken olduğu kadar, çok cesur bir araştırmacı olan Taha Parla, bir çok kitabının arasında, “Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u” ile “Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm” başlıklı eserleriyle Genç Cumhuriyet ve daha sonra Tek Parti İdaresi’nin nasıl bir sistem inşa ettiğini, liderlerin söylemlerinde ifade edilenlerle, oluşturulan yasal çerçevenin mukayesesi ile çözümlemişti.
Roma’da katıldığımız toplantılarda, vefat haberi dolayısıyla yapılan özel sohbetlerde Taha Hoca’nın, sistem analizinin sadece Türkiye için değil, popülist, diktatoryal, oligarşik, otokratik, otoriter ve totaliter tüm rejimler için geçerli olduğunu bir çok yabancı bilim insanı da ifade ediyordu.
Taha Parla, Ziya Gökalp’in verdiği isimle, “tesanütçülük” (solidarizm), evrensel adıyla korporatizmin, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasındaki faşizmleri izah ettiğini, kendi has mizahı ile “Korporatizm, faşizmin çiçek açmamış şeklidir!” diye anlatırdı. Şimdi ABD, doğusuyla-batısıyla Avrupa ve hemen-hemen tümüyle Asya’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra (liberalizmin normal sonucu, komünizmin çökmesinin ise anormal sonucu olarak) ortaya çıkan zengin orta-sınıfın oluşturduğu oligarşik kapitalizmde son on yılda gözlemlediğimiz ama kısaca “aşırı sağ” deyip geçtiğimiz bir olgu var.
Bu gelişmenin aktörleri olan (İtalya’da Meloni, Amerika’da Trump, Almanya’da Merz, Hollanda’da Geert Wilders ve yerine gelen Schoof, İsrail’de Netanyahu gibi) kişiler, kendileri faşist bir ideolojinin lideri olmasalar bile, programları, Hitler’i, Mussolini’yi, Franco’yu aratmayan kişiler. Bu programları dikkatle izleyen ve Roma’da Taha Parla sohbetlerine katıldığımız bilim insanları, gerçekte faşizme gebe bir korporatizmin geliştiğini söylüyorlar Bunun --Taha hocanın ince mizahı çerçevesinde ifade edecek olursak--yeni bir takım diktaların çiçek açmamış hali olduğunu ifade edebiliriz.
ABD, İtalya veya Almanya’ya bakarak, Fransa’da Macron’un nerede ise yasaları ihlal edecek şekilde seçimlerden kaçınarak iktidarı vermek istemediği partileri, liderlerini ve programlarını hatırlayarak, bu ülkelerde tekrar Hitler, Mussolini, Franco benzeri diktatörlerin işbaşına geleceğini söylemek kulağa hayalcilik gibi gelebilir. Ancak, bu ülkelerin ne kadar kemikleşmiş demokrasilere sahip olduğu söylense bile, örneğin İtalyanların yüzde 72’si Meloni’nin ülkeyi otoriter bir rejime sürüklediğine inanıyor. Almanya’da oran daha düşük ama Alman halkı da otoriterlikten kaygılı. Wilders’ın , Merz’in ve Trump’ın göçmen düşmanı uygulamaları, hele ABD’de güçler ayrılığının rafa kaldırılmak üzere olması, Kongre ve Anayasa mahkemesinin sadece durumu seyretmekle yetinmesi dikkatli gözlemcileri diken üstünde tutuyor.
Taha Hoca, “Bir yönetimin erdemli sayılması için, insan haklarına saygılı ve adalete bağlı olması gerekir” diye yazmıştı. Bu ideal ne yazık ki artık oligarşik kapitalizm ile bağdaşmıyor.
Sende Yorum yap